Sosyal paylaşım sitelerinde, özel günlerle ilgili çok şey yazılır, çok şey söylenir.

Ancak bu paylaşımların çoğu, “laf ola beri gele” türü sözler ve görüntülerdir.

Çoğu kez, bunları yazmaya ya da paylaşmaya hiç mi üşenmemişler türü bir ruh haliyle, görmezden gelirsiniz bu zırvalıkları…

Ama bazen de öyle şeyler görür, öyle şeyler okursunuz ki, çakılır kalırsınız o paylaşım karşısında.

Yüreğiniz üşür.

Sarsılır, abandone olur, düşünemez hale gelirsiniz.

Binnaz Güngör adlı hanımefendi tarafından (aşağıda sizlerle paylaşmak istediğim) satırlar, tam da o etkiyi yarattı bende.

Adeta silkeledi beni.

Dondum kaldım bir süre…

*   *   *

Binnaz Güngör, “8 Mart, kadınlar günü değildir.” değildir diye başlamış isyanına.

Ve devam etmiş;

“Emekten bi haber, tek derdi mağaza, mağaza dolaşıp; elbisesine uygun çizme bulmak olan kadınların günü değildir mesela…
Östrojen yüklü her insanın günü de değildir.
Sanki kendisi içecekmiş gibi fabrikada tütün saran kadınların günüdür, 8 Mart.
Kendisinin belki de asla sahip olamayacağı mobilyayı, onunmuş gibi hayaller kurarak silen cefakâr gündelikçilerin günüdür; elinde törpüyle onu izleyen kadınların değil.
Çalışan, yorulan, gözlerinin altı uykusuzluktan mosmor olmuş, buna rağmen hâlâ üzüm gibi ezilen, ezilmek istenen kadınların günüdür...
Sofradaki yeri, öküzden sonra gelen kadınların günüdür…
Çalıkuşu Feride’lerin, dayaktan yılıp artık hiçbir şey sormayan Ünzile’lerin, uçurtması vurulan İnci’lerin günüdür.
Ama hepsinden çok, korkmayan, yılmayan, direnen kadınların günüdür, 8 Mart.
Pahalı hediyeler, çiçekler, süslü mesajlar beklemeyen kadınların günüdür…
…  …

Hiç değilse; bugün çekelim pis ellerimizi üzerlerinden…

Bari şu bir tek özel günlerini, kirletmeyelim.
Onlara ait her ne varsa tecavüz ettik.

Onları insan olmak çıkarıp, ikinci sınıf yaratıklar haline getirdik.
Bari bugün susup, utanalım...”

*   *   *

Yenir, yutulur şeyler mi bu satırlar?
!!??...

Sizi bilmem ama ben yutamadım.

Bir yumru oturdu boğazıma, yutkundum durdum.

Yüreğim kanadı.

 

*   *  *

Bu satırların yazarı Binnaz Güngör Hanım kimdir, bilmem.

Ama şunu bilir, şunu söylerim; yerli yerine oturtmuş satırlarını.

Az şey söylemiş, çok şey anlatmış.

Şöyle bir bakın yakın çevrenize.

Ama “bakmak” için değil, “görmek” için bakın lütfen.

Olur da bir şey göremezseniz; izlenme oranı yüksek, TV dizilerini şöyle bir gözünüzün önüne getirin.

Kendinizi tartın, biçin, sınayın.

Haksız mı Güngör Hanım ya da onun kadınları?

*   *   *

Kabul edelim…

İkiyüzlüyüz, ikiyüzlü…

Hatta çok daha fazla yüzlü…

Pek çok konuda olduğu gibi, kadınlarımız konusunda da samimi değiliz.

Kadınlar, bizim için hâlâ ikinci sınıf yaratık.

Çünkü bilinçaltımız, onları (hâlâ)  “eşit” olarak görmeyi kabullenemiyor.

Çünkü henüz o kültüre, o bilince ulaşamadık.

Ne zaman ulaşabiliriz o bilince?

Büyük Ozan Nazım Hikmet’in, “Kadın” adlı şiirinde dillendirdiği gibi; kadınlarımıza, “…O benim ellerim,  kollarım, bacaklarım/Yavrum, anam, karım, kız kardeşim/Hayat arkadaşımdır...” gözüyle baktığımız zaman…  Nazım’ın bu felsefesini, tüm içtenliğimizle özümsediğimiz zaman…

Yani?

Yani insan gibi insan olduğumuz zaman…

Ve bu toplumda, insan gibi insanların, çoğunluğu ele geçirdiği zaman…