Bu gün 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 90’ıncı yılını kutluyoruz. Ancak, içimiz biraz buruk. Biraz kaygılı.

Medyada Sayın Cumhurbaşkanı’nın kulak rahatsızlığı nedeniyle törenlere kendisinin katılamayıp, TBMM Başkanımızın katılması çeşitli biçimlerde tartışılıyor. Önemli bir sağlık sorunu olan Cumhurbaşkanı’nın katılamaması son derece doğal. Devlette devamlılık esas. Devlet yönetimi boşluk götürmez. O, yüce makamı temsilen meclis Başkanı katılıyor. Bunda yadırganacak bir husus yok kanaatimce. Bunun altında illaki bir şey aramanın mantığı da yok.

Ancak, geleneksel olan Köşk Resepsiyonunun iptal edilmesine ne demeli. Hipodromdaki törende Cumhurbaşkanı’nı temsil eden Meclis Başkanı orada da temsil edebilirdi. 

En azından Devlet Erkânını hep bir arada dost düşman görürdü. Devlet Erkânının bir araya gelmesi için illa ki bilançosu yüksek şehit cenazeleri mi olmalı?

Bu Bayramda biraz da insanın içini burkan, giderek bu bayramlara serin bakarak gelecek nesillerimize unutturulmak mı isteniyor diye insanın aklına takılıyor.

Böyle durumlardan belki bölücü terör örgütleri ve yandaşları memnuniyet duyabilirler.

Bugün her zamankinden fazla birlik beraberliğe ihtiyacımız var. Ülkemizin etrafında ateş kaynıyor. Bunun sonu nereye varır? Kimse bilmiyor.

Böyle anlamlı ve önemli günde ne yazık ki, Türk Silahlı Kuvvetlerine 50 yıl hizmet etmiş, geçmişi şanla, şerefle, övünçle dolu bir Genel Kurmay Başkanı demir parmaklıklar arkasında. O’nun gibi tek suçları, bu ülke için canlarını feda etmek olan birçok silah arkadaşı yerli yersiz suçlamalarla mahpuslarda.

Dolayısıyla bayram buruk, bayram neşesiz.

Ne diyelim. Olur ya dedik. Hukuk Devletinde yaşıyoruz. Genel Kurmay Başkanı da olsa, General, Amiral, Yarbay, Albay da olsa herkes hukuk karşısına çıkmalı. Suçu varsa cezasını çekmeli.

Ancak, hukuki süreçte geçen bunca sürede kimseye suçun şu denilemiyor. Allah bu komutanlarımıza sabır versin. Değerli Bilim insanı Haberal hala soruyor: Benim suçum ne? Onun gibi nice değerli bilim insanları ve gazeteciler de hep aynı soruyu soruyor. Benim ülkeme canla başla hizmet etmek dışında bir suçum yok diyorlar.

Ceza Kanunu’na baktım. Ceza nedenleri arasında “Ülkesini sevmek, O’na canı pahasına hizmet etmek” diye bir suç maddesi yok.

Oldu olacak Ceza Kanunu’na böyle bir madde eklensin. Daha fazla tutukluluk devam etmeden, insanlara daha fazla Çin işkencesi yapmadan cezaları kesinleşsin.

Ancak, cezanın milletin vicdanında da yerini bulması lazım. Her zaman verilen ceza Milletin vicdanında yerini bulmuyor. Yakın tarihimizden bir örnek vereyim: Rahmetli Menderes idam edilmiştir. Geçen yazımda da bahsetmiştim. “Menderes’in Dramı” adlı eseri yazan Şevket Süreyya Aydemir, kitabının son cümlelerini şöyle bitiriyor: “Evet, Menderes idam edildi. Ancak, bu idamlar milletin vicdanında gereken yerini bulamadı” diyor.

Kanaatimce, yılardır cezaevlerinde tutuklu bulunan bu değerli insanlara bir ceza da verilebilirse şaşmamak lazım. Ama, acaba bu cezalar milletin vicdanında yerini bulabilecek mi? Aklı selim bir çok insanın vicdanı bunu kabul edemiyor.

Bu anlamlı günde, ülkemizin içinde bulunduğu koşullarda aşağıda Ulu Önder’in ve Genel Kurmay Eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un sözlerini hiçbir yorum yapmadan paylaşmak istiyorum. Zira, her ikisine de yorum yapıp, bir kelime bile eklemek haddim olamasa gerek.

Ulu Öder’in, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Amerikalı gazeteci Marcosson’a verdiği röportajda söylediği sözlerin bir bölümü şöyle: “Bir gün, cihan harbinden sonra Ortadoğu’da kurulan suni devletlerin halkları ayaklanacaktır. O gün geldiğinde, yeni kurduğumuz Cumhuriyetimizin yöneticileri, bu halkların değil emperyalist güçlerin yanında yer alırsa aynı akıbete kendileri uğrayacaktır ve Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele haddini bildiren Türk halkı onların da hakkından gelecektir.”

Çankaya’da gerçekleşen söyleşinin sonunda Atatürk, “Yeni Türkiye’nin ilk ve en önemli düşüncesi siyasal değil, ekonomiktir. Biz, dünya üretiminin de, tüketiminin de bir parçası olmak istiyoruz” diye devam ediyor.

30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 90. yıldönümü ile Kara Harp Okulundan mezun oluşunun 50. yıl dönümünün aynı güne denk geldiğini belirten Başbuğ da "Kara Harp Okulu’ndan mezun oluşumuzdan 50 yıl sonra, ben ve iki devre arkadaşım (emekli Orgeneraller Hurşit Tolon ve Fevzi Türkeri) cezaevlerinde tutuklu olarak bulunmaktayız. Akıl almaz iddialar ve suçlamalar ile bazıları bugün bizleri tutsak olarak tutabilir, ancak Türk Milleti’nin belleğinden gerektiğinde canlarımızı da ortaya atarak vermiş olduğumuz yarım asırlık hizmetlerin izlerini asla silemezler!" mesajını iletiyor.