Birinci köprü yani Boğaziçi köprüsü, 30 Ekim 1973'te kullanıma açılmıştı. Ve de Cumhuriyetin 50. yılına denk getirilmişti.

İkinci köprü yani Fatih Sultan Mehmet köprüsü, 3 Temmuz 1988'te kullanıma açılmıştı.

Ve sonuçta 3. köprünün de 29 Mayıs 2013 günü temeli atıldı. Yani geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş oldu.

Köprüyü bir Türk firması ile bir İtalyan firması yapacak. 2015 yılının 29 Mayıs'ında açılacak. Böyle planlandı.

Ancak gündeme geldiğinden bu yana çok şeyler söylenmişti.

-Su havzaları tahrip edilecek denilmişti.

-2 milyon ağaç kesilecek,

-İstanbul'un oksijen kaynakları kurutulacak denilmişti.

Ama dinlenmemişti.

Ve daha da önemlisi:

"3.köprü İstanbul için bir cinayettir" denilmişti.

"Kuzey bölgemizde kalan yeşil alanların imara açılıp katledilmesidir" denilmişti.

"Çağdaş kentleşme ve şehir içi ulaşım sistemi için ölümcül sonuçlar doğurur" denilmişti.

Ama o gün bu sözler de dinlenmemişti.

Oysaki o gün bu sözleri söyleyen Başbakan Erdoğan idi. Yani 1995 yılında... Yani İstanbul Belediye Başkanı iken...

Çevreciler ve İstanbul'u sevenler itiraz etmiş, gerekli mücadeleyi yapmış olsalar da sonuçta proje gerçekleşti ve bugün temeli atıldı.

Doğrudur ya da yanlıştır, ayrı bir konu. Ama bu devletin kaymağını yiyen burjuva kesim itiraz etmediğine göre, herhalde sistemin bir talebi olsa gerek.

Ama şimdi yeni bir itiraz yükselir oldu. Çünkü ismi "Yavuz Sultan Selim" olarak konuldu.

Bu isim bilerek mi konuldu? Bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey var ki, bazı hassasiyetler ya düşünülmedi ya da kasıtlı olundu.

Bu isme itiraz edildi. Basında ve siyasette büyük ölçüde eleştirildi. Galiba en çarpıcı tespiti Deniz Ülke Arıboğan yapmış oldu.

"Eğer böyle bir ortamda 'Yavuz Selim' şuurlu bir seçimse mesaj net 'kavgaya hazırız'; şuurlu bir seçim değilse mesaj yine net 'az akıllıyız'" şeklinde ifade etmişti.

Peki, bu itirazlar neden oldu?

Çünkü Yavuz Sultan Selim, Alevi kesim tarafından Alevi kıyımı yapmış olarak bilinir.

O günden bugüne Alevi kesimin, Yavuz Sultan Selim'e hassasiyeti yüksektir. İşte bu hassasiyetin düşünülür, Alevi kesimin refleksi yükseltilir olmamalı idi.

Ayrıca:

-Bu devletin asli unsuru olduğu halde, kendini ötekileştirilmiş kabul eden Alevilerin sorunları çözülmemişken,

-Alevi açılımı için düzenlenen "Alevi çalıştayları"ndan bile bir sonuç çıkmamışken,

-Çorum, Maraş, Sivas olaylarının yaraları sarılmamışken,

-Çorum, Maraş, Sivas halkından bir özür dilenip yüzleşilmemişken,

-Ve de halen kapılara yazı ve işaretlerle Alevi-Sünni gerginliği yaratmak isteyen karanlık güçler varken,

Köprüye verilen bir isimle, bir inanç grubunu incitmenin, örselemenin ve öfkesini yükseltmenin bir anlamı var mıdır?

Ve bölgemize baktığımızda:

-Irak'taki gelişmeler, bir mezhep çatışması görünümü alırken,

-Suriye'deki iç savaş, bir mezhep savaşına dönüşürken,

-Bu gelişmelerin, bir mezhep çatışması olarak tüm bölgeye yayılma olasılığı varken,

-Ve de özellikle ülkemizde çözülmemiş sosyolojik sorunların, kışkırtmalara ve tahriklere uygun bir zemin oluşturduğu düşünülürse,

İktidarın köprüye verilecek isimde daha dikkatli olması gerekmez miydi?

Ama bu dikkat gösterilmemiştir. Alevi toplumun hassasiyetleri hiç düşünülmemiştir. Adeta Alevi toplum provoke edilmek istenmiştir.

Yine de Alevi toplum bir provokasyona alet olmayacaktır, olmamalıdır.

İktidar, köprü ismini özellikle bir kere daha düşünmelidir.

Ve de 3. köprü, iki kıtayı birleştirecektir ama bu toplumda oluşturulması gereken ve oluşmaya başlayan gönül köprülerini yıkmış olmamalıdır.