Millet İttifakı, oluşturdukları mutabakat metnini açıklamak için 28 Şubat’ı bilerek mi seçti, bilemiyorum. Ama bir yönüyle de isabetli oldu. Eğer 28 Şubat’la hesaplaşan bir mesaj verilir ya da verilebilirse…

Çünkü 28 Şubat, ülkede hem toplumsal hem siyasal rotayı sarsmış, sonuçları itibariyle ülkedeki siyasi istikameti değiştirmişti.

Bu nedenle, tekrar tekrar hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar vardır.

* * *

Türkiye, 1980’e kadar devletçi ekonomi ile liberal ekonominin kavgasını yaşadı. Siyasete yansıyan da bu kavga idi.

bu kavgada devletçi ekonominin siyasal temsilcisi, dolgusu daha millici bir çizgi olan Kemalist cephedir. Liberal ekonominin temsilcisi ise bugün de olduğu gibi, dolgusu piyasa sistemi olan ve küresel sermayeye açık İstanbul sermayesidir.

Darbelerin ana nedenlerinden biri, toplumsal şiddeti özellikle tahrik eden, zaman zaman devleti işlemez hale getiren işte bu kavgalar olmuştur.

80’li yıllardan itibaren ise yeni bir kavganın işareti görülür oldu.

Ve bu işaret, bu konuda yazdığım her yazımda özellikle belirttiğim gibi “İstanbul sermayesi” ile Anadolu Kaplanları da denilen “Anadolu sermayesi” arasında yaşanan bir kavganın işareti idi.

Bu kavgada; cumhuriyetçi söylemler İstanbul sermayesinin, geleneksel değerler ve de İslami söylemler Anadolu sermayesinin yapıştırıcı gücü olmuştu.

Aslında her ikisi de liberal ekonomi ve piyasa sistemini savunan sermaye grupları idi.

“Post Modern Darbe” diye de adlandırılan 28 Şubat 1997 müdahalesine, işte bu kavga damga vurmuş, kavganın asıl nedeni ise iktidar ve pazar paylaşımı olmuştu.

o günün iktidarı, Refah Partisi (RP) ile Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyonu idi.

Yani liberal İstanbul sermayesi ile muhafazakâr Anadolu sermayesinin zorunlu bir koalisyonu idi. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, yardımcısı Tansu Çiller, Cumhurbaşkanı ise Demirel idi.

* * *

28 Şubat'ın, çok önemli iki belirleyici nedeni vardı:

Küresel sermayeye göre, sosyalist sistemin dağılması ile yükselen Siyasal İslâm'ın “Batı karşıtlığı” kırılmalı, “Ilımlı İslam”ın önü açılmalıdır.

Sermayesi’ne göre ise “yeşil sermaye” denilen, giderek büyüyen ve devlet olanaklarından faydalanan Anadolu Sermayesi durdurulmalı, iktidardan tasfiye edilmelidir. Nitekim düğmeye basılır…

Birden bire cinci hocalar türetilir, sahte şeyhler ve müritler Ankara sokaklarına salınır. Birden bire Fadime Şahinler türetilir, ahlaki değerler piyasaya sürülür.

Özellikle kulakları çekilen o günkü büyük basın, ödüllendirilen 40’tan fazla köşe yazarı toplumun hassasiyetini kaşır, sivil bir kamuoyu oluşturulur.

Ve 4 Şubat 1997 günü Ankara’nın Sincan caddelerinde, 20 tank ve 15 zırhlı araçla iktidarın İslamcı kanadına sert bir uyarı yapılır.

28 Şubat 1997 günü ise Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararları ile yaratılan müdahale, gündeme damgasını vurur. Müdahalenin amacı da “Cumhuriyet’i irtica tehlikesinden kurtarmak” olarak sunulur.

Her zaman şapkasını alıp gitmeye alışık Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu kez gitmez ama dik de durmaz. Ordunun uyarısından hareketle, iktidarın İslamcı kanadını temsil eden Başbakan Erbakan'a bir uyarı mektubu gönderir.

Ve 18 Haziran günü Erbakan’ın istifasıyla iktidarın İslamcı kanadı tasfiye edilir.

* * *

Aslında 28 Şubat sonu gelişen siyasal oluşumda, İstanbul sermayesinin değil ama küresel sermayenin isteği gerçekleşir olmuştur.

Öyle ki, BOP eş başkanlığına kadar sürüklenen bir siyasal sürecin temeli, işte o günlerde atılmıştır.

Ve de ne yazık ki, 28 Şubat’ın asıl hedeflerinden biri olan, ABD kaynaklı “Ilımlı İslam” projesini, ne İslamcı siyasetler okuyabilmiş ne sağ-sol siyasetler, ne de askeri kadrolar okuyabilmiştir.

Ama yine de bir sormak gerekir:

O gün 28 Şubat’a övgü dizenler…

Darbelerle Cumhuriyeti kurtaracağını ve de darbeyle siyaseti terbiye edeceğini sananlar…

O gün 28 Şubat’ı, “Cumhuriyet’i bir tehlikeden kurtarmak” olarak sunanlar…

Ve ülkeyi, günümüze kadar devam eden siyasal bir krizin içine sokanlar…

Acaba neye hizmet edildiğini, neye hizmet ettiklerini bugüne kadar görebildiler mi?

Her türlü askeri müdahalelerin arkasında, Amerika'nın ve Batılı emperyal siyasetlerin, hem siyasi hem ekonomik hedeflerinin olduğunu görebildiler mi?

Ve de bu siyasal körlükten bir an olsun kurtulabildiler mi?

Yine de o gün en büyük alkışı yapan Hürriyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, tüm basın adına “O dönem dolduruşa geldik, pişmanım” diyerek günah çıkarmıştır.