Cumhuriyet gazetesinin 27 Mayıs 2011 günü “Cumhuriyet’in ilk darbesi” diye attığı başlıkta, “60 darbesi ya da 60 ihtilali” dediği gibi…

-Kimi “devrim” dedi, kimi “darbe”; kimi “ihtilal” dedi, kimi “müdahale”...

-Kimi “devrimci bir tokattır” dedi, kimi “demokrasi tarihinde kara bir leke”…

-Bir yandan 20 yıl “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlandı, diğer yandan “Demokrasinin infazı” denildi.

Çünkü bu ülkede, darbeler paylaşılmıştı. Darbe solu ezdiyse sağa göre devrim idi, sağı ezdiyse sola göre devrim.

Ve de bu nedenle, darbelerin arkasındaki irade asla görülmemiş, görülememişti.

-27 Mayıs, 28 Şubat ve 27 Nisan’a sol siyasetler, 12 Mart’a sağ siyasetler sahip çıkar olmuştu.

-12 Eylül’e ise darbenin başı olan Kenan Evren’i % 92 oyla Cumhurbaşkanı olarak seçen, yani neredeyse bütün toplum sahip çıkmış, sonra sahipsiz bırakmıştı.

Anlatılması ve anlaşılması çok zor bir görüntü!..

Oysaki bütün bu darbe ve müdahalelere sahip çıkan birileri vardı!

Onlar, emperyal küresel güçlerin Türkiye temsilcileri olan ve bu ülkenin kaymağını yiyen işbirlikçi burjuvazi idi.

***

Ve de 27 Mayıs’ın gerekçesi olarak:

İsmet Paşa, seçimle kazanamadığı iktidarı darbeyle kazanmak istedi” denilmişti. “Menderes, Amerika'dan istediğini alamayınca Sovyetlere yöneldi” denilmişti.

1932'den itibaren Türkçe okunan ezan, 1950'de Demokrat Parti (DP) ile Arapça okunmaya başlanmıştı. “Ordu ve de özellikle genç subaylar bundan rahatsız oldu” denilmişti. Bu söylenenlerin az da olsa etkisi var mıdır? Bilemiyoruz, ama:

-Çok partili sistemin işletilememesi, DP iktidarının muhalefetin sesini susturmaya çalışması...

-ABD ve NATO karşıtlığının yükselmesi ve muhalif seslerin topluma yansır olması…

-Kuzeyde Sovyetler Birliğinin ve Sosyalist Sistemin çekim gücü olur endişesi...

Batı Bloku içinde yer almış, ama Batı’nın yönetsel normlarından uzak olan devlet yapısının yeniden dizayn edilmesi... (AYM, DPT, MGK, HSK, TRT, Senato gibi…)

-Özellikle de burjuva demokratik özgürlüklerin kontrollü de olsa önünün açılması…

-Ve de tüm bu olgular için otoriter bir yönetime ihtiyaç duyulması…

27 Mayıs’ın asıl belirleyicisi, işte bu nedenler olmuştu.

Çünkü radikal değişimlerde, sivil siyasetin çekinik olduğu bizim gibi ülkelerde, devleti yeniden dizayn etmek isteyen güçler, özellikle askeri yönetime başvurmuştur.

Toplumsal çatışmalar ise yeterli gerekçeyi hazırlamakta kullanılmıştır.

***

Sonuçta 27 Mayıs 1960 günü ordu yönetime el koymuştu.

Ve de 27 Mayıs Cuma sabahı Kurmay Albay Alparslan Türkeş'in okuduğu bildiri ile duyurulmuştu. Ama bildiride NATO’ya, CENTO’ya bağlılık özellikle vurgulanmıştı.

Ardından anayasa lağvedilmiş, Demokrat Parti (DP) kapatılmış, Milli Birlik Komitesi'nin kararı ile 275 general ve 7000 subay emekliye sevk edilmişti.

O günün ABD Büyükelçisi’nin 11 Ağustos 1960 tarihli raporuna göre, generallerin % 90'ı, albayların % 55'i, yarbayların % 40'ı, binbaşıların da % 5'i emekliye sevk edilmişti.

Dönemin Genel Kurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı ve Başbakanının da bulunduğu, büyük çoğunluğu DP milletvekili olan 592 kişi Yassı Ada'da tutuklanmış ve yargılanmıştı. 15 kişi idama, 31 kişi ömür boyu hapse, 418 kişi değişik hapis cezalarına çarptırılmış, 123 kişi beraat etmiş ve 5 kişi hakkında açılan dava düşmüştü.

Ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 1961 yılının 16 Eylül günü, Başbakan Adnan Menderes 17 Eylül günü İmralı adasında idam edilmişti.

Yani 27 Mayıs’ın özet görüntüsü böyle olmuştu.

***

27 Mayıs’ın en olumlu getirisi, bugün özellikle aranan 1961 Anayasa’sı olmuştur.

-Türkiye için “…laik ve sosyal bir hukuk devletidir” ifadesiyle…

-Basın özgürlüğü ve yargıç güvencesiyle…

Ve de örgütlenme özgürlüğündeki getirileriyle aranan bir Anayasa olmuştur.

Olmuştur ama özellikle bu idamlarla, telafisi mümkün olmayan, kin ve nefret dolu bir yarılmanın da önü açılır olmuştur.

Ve de öyle bir yarılma yaratılmıştır ki, 1972’deki Deniz’lerin idamı bile “üçe üç” diyerek, bir intikam havasına dönüşür olmuştur.

Yani yönü, çizgisi, amacı ne olursa olsun hiçbir darbe, hiçbir müdahale gerçek bir demokrasinin yerleşmesine, genelde toplumsal bir barışa hizmet eder olmamıştır.

Ve de darbeleri paylaşmakla, darbeleri sahiplenmekle, darbe karşıtı güçlü bir refleks gelişmemiş, gelişememiştir.

İşte bugün, Türkiye’de görünen siyasal iklimin de toplumsal iklimin de görüntüsü budur. Bunun başka da bir izahı yoktur.