Televizyon ekranı 25 eşit kareye bölünmüş bir sistem içermektedir. İzlediğimiz görüntüler aslında bu parçaların toplamından gözlerimize yansımaktadır. Biz bu eşit parçalardan 24 tanesini görür ve kolaylıkla algılarız. 25. kareyi ise beynimiz sessiz sedasız bilinçaltına iter. Gözlerimiz bu ayrıntıyı seçemez, ancak bilincimiz algılar ve önemser. Deyim yerindeyse uslu bir çocuk gibi yapılan bu tembihleri uygular. Gözle görülemeyecek kadar kısa sürede patlayan flaşlar şeklinde mesaj, ekranda belirir ve biz anlamadan kaybolur.
Görmediğimizi bu telkini bilincimiz atlamaz ve hemen derinlerde bir yerlere depolar, biriktirir ve maalesef uygular. Bu gizlenmiş görüntüyü çok yavaş sarıldığı takdirde bazı özel yöntemlerle fark edebilmemiz mümkündür.
Sadece görüntü mü? Hayır…
Beynimiz, kulağımıza 20 ile 20 000 hertz arasındaki sesleri iletir. Duyamadığımız titreşim aralıklarında bize dinletilen sesleri beynimiz kulağımıza duyuramaz ve bilincimize depolar.
Alfa dalga boyuna gizlenen seslerle farkında olmadan zehirlenebiliriz. Büyük marketlerde dinlediğimiz müziklerin dibine daha çok almamız gerektiği, ancak harcarsak mutlu olacağımız telkini yerleştirildiğini biliyor muydunuz? Ya da radyolarda dinlenilen müziklerin mp3 tekniğiyle zararlı mesajlarla birlikte dinletildiğini?
Reklâm panolarının, logoların ve benzeri resimlerin içine gizlenen resim, simge, şekil, kelime, rakamlarla yapılanları da vardır (ABD dolarında olduğu gibi). Hatta koku yolu ile bile subliminal mesaj verildiği kayıtlara geçmiştir.
İktisat dersinde hocamız bize müteşebbisi şöyle tanımlardı. “Müteşebbis kâr peşinde koşan adamdır…” Dersin ilerleyen dakikalarında ise eklerdi “İktisat laâhlâki bir bilimdir.” Yani ahlâk dışı… Bütün yolculuğunu “kazan-kazan” olarak özetleyebileceğimiz sistemin uygulamaları hocamızın ifade ettiği anlayışın hayatlarımıza yansıması olarak sürmüş ve sürmektedir.
İnsan bilinci bir ise bilinçaltımız dokuzdur. Deyim yerindeyse buzdağına benzer. Kâr peşinde koşan ve ahlak dışı bir bilim olarak da ifade edilen kapitalizm şu sorunun cevabını aramıştır: “İnsanları nasıl daha derinden etki altına alabiliriz?” Gözlemler ve deneyler ise bilinçaltına verilen uyarıların daha etkili olduğunu doğrulamıştır.
Reklâmcılık uzmanı James Vicary adındaki Amerikalı, bilinçaltına yönelmeyi ilk kullanan kişi olarak kayıtlara geçmiştir. İlk olarak sinema salonlarında içecek satışlarını arttırması için kullanılmıştır. İlk kullanımı aslında deney niteliğindedir. Sinemada gözlerin seçmeyeceği bu malum kareye buz gibi kola iç yazısı veya resmi yerleştirilmiştir. Film arası verildiğinde bilin bakalım ne olmuştur? Tabii ki kola satışları patlamıştır. Başlarda ticari amaçlar için kullanılması hedeflenmiştir.
Uluslararası ticaret kavramı küresel çetelerin değişmez uğraşıdır. Aynı zamanda bir dünya devleti kurmak amacıyla da uğraşan bu çetelerin dünya siyasetinde de kendi çıkarlarına yön vermek için bu yöntemi kullanmasından daha doğal ne olabilir ki?
Bu yöntem, örneğin Irak’ta 2003 işgalinden önce kullanılmıştır. “Direnmen faydasız!”_ mesajı radyoda Kuranı Kerim yayının altına gizlenerek verilmiştir. Ve ne kadar keskin sonuçlar alındığını şimdilerde hepimiz üzüntüyle görmekteyiz.
Görüldüğü gibi bu uygulama sadece ürün reklamı yapmakla sınırlı değildir. Nerelerde ve ne amaçla kullanıldığını şu şekilde sıralayabiliriz.
a) Psikolojik yönlendirmeler yapmak (sapkınlaştıran fikirler, ahlaksız saplantılar kazandırmak)
b) İnanç propagandaları veya siyasi görüş baskısı yapmak (karalama kampanyaları ile bazı dinleri olumsuz, sevimsiz veya cani göstermek, terörle benzeştirmek.)
c) Uluslararası ilişkilere istenildiği gibi yön vermek (Örneğin neden bazı ülkelerin dünyada patron veya en büyük güç olduğunu düşünürüz?)
d) Yanıltıcı bilgilendirmeler yapmak (Korku paranoyaları aşılamak gibi düşünürsek televizyonda çocuklarımıza güçsüz, işe yaramaz, etkisiz insanlar oldukları mesajı veriliyorsa sonucu ne fena olacaktır.)
e) Savaş tekniği olarak kullanmak…
Bu uygulamaların sonuçlarının hayatlarımızda çok büyük bir tehlike olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz. Vaktiyle en masum çizgi filmlerin içine cinsel içerikli o kadar gizli mesajlar yüklemiştir ki, onları izleyen kuşakların ne bir dava heyecanı ne de vatan ve millet aşkı taşımaları mümkündür. Genç kuşakların ülke ve dünya sorunlarına karşı neden böylesine ilgisiz ve sadece gündelik çıkar, sınırsız tüketim ve zevk peşinde koştuklarının cevabı da burada saklıdır. Küresel çeteler 21. yüzyılın “al-tüket-at” kölelerini medya eliyle kurgulamaktadırlar. Antik çağın köleleri köle olduklarının farkındaydılar. Çağımızın köleleri ise ne yazık ki köle olduklarının farkında değillerdir. (SÜRECEK)