1975 sonbahar… İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni (İ. T. İ. A) bitirdiğim günler. Şubat ayına bir dersim kalsa da okulu bitirmenin verdiği bir ferahlama var. Okul boyunca piyasada müzisyenlik yaparak harçlığımı çıkarmışım. Darbuka çalıp para kazanırken, kanun öğrenmeye çalışmışım. Hatta acaba piyasada kanunla işe gidebilir miyim, diye kendime sormaya başladığım günler.

Pertevniyal Lisesi’nden sınıf ve sıra arkadaşım Yeşilköy Havaalanı’ında çalışmaya başlamıştı. Orada tanıştığı arkadaşlar CHP Kocamustafapaşa teşkilatında bir gençlik korosu kurmak istediklerini söylemişler. Levent de şef lâzımsa benim tanıdığım var diyerek benden söz etmiş.

Bana gençlik korosu şefliğini söylediyse de olmaz diyerek savuşturdum. Birkaç kez üsteledi yine olmaz dedim.

Ekim ayı… İstanbul’da deli bir yağmur. Evdeyim. Kapı çalındı, Levent. Her tarafından sular akıyor. Elinde kocaman bir şemsiye. İçer buyur ettim, “Girmeyeceğim” dedi. “Bu yağmurda nereye gideceğiz?” diye sorunca “Hemen giyin, ayağın sağlam olsun, gidiyoruz” dedi.

Levent’in böyle yağmurlarda hele gecenin bir vakti geldiğini bilirim. Bir gece yine deli bir yağmurda gelmişti. Çıktık. Önce bakkala gidip birer cep kanyağı ve çikolata aldık. Ben sormadan o söyledi, “Şimdi sahile gidiyoruz.”

Sahil yoluna çıktığımızda çıldıran lodos denizi öyle bir savuruyordu ki bizim değil, caddeden geçen arabaların üstünden aşıyordu dalgalar.

Bizim sokaktan yukarı doğru dönüp Yokuş Çeşme sokağına saptık. Anlaşılan Cerrahpaşa’dan çıkacaktık. “Nereye gidiyoruz?” diye sordum. “Partiye…” dedi. Anlaşılan kafasına koyduğunu yapacaktı. Bu bana karşı emri vaki idi.

CHP Kocamustafapaşa Teşkilatı Sümbül Efendi Camii’nin mütemmim cüzü bir yerde. Kapısı caddeye bakıyor. Caminin hem parçası hem de değil.

Arkadaşlarla tanıştırdı. Mesut, Nuri, Nezih (Başkan)… Çaylarımız geldi. Sohbet başladı. Kendimi tanıtmamı istediler. Müzik ve şiirle uğraştığımı söyledim. Benden bir türkü okumamı istediler. Ben ezbere türkü, şarkı okuyamam deyince de bozulduklarını fark ettim. İyi kötü sohbet etmeye çalışırken bir ara kaybolan Nuri, elinde kapağında “Devrimci Türküler ve Marşlar” yazan kitapçığı masaya attı ve “Artık yerim dar da diyemezsin, yenim dar da” dedi.

Kitapçıktan bir türkü seçip okudum. Kurulması düşünülen gençlik korosu için şef adayı seçici kurul önündeydi.

Nezih hemen Partiye üye olmam gerektiğini söyledi. Ben de “Partiye üye olmam” diye cevapladım.

Nezih, “Ama korodaki gençlerin hepsi partiye üye” dedi.

“Bana parti sopası sallanmasına izin vermem. O yüzden partiye üye olmam, kimsenin repertuarıma karışmasına izin vermem” dedim.

Karşı hamle şöyle geldi Nezih’ten, “Biz de artist şef istemiyoruz. Yazı, afiş, eylem, yürüyüş her şeye geleceksin” der demez cevabı masaya bıraktık. “O dediğin konularda benden yana sıkıntı olmaz. Hepsine katılırım.”

“Nezih’in “O zaman anlaştık” demesiyle CHP tarihinde benim bildiğim ilk gençlik korosu için prensip anlaşması yapılmıştı.

Sıra şiir edebiyata geldi. “Bize kendi şiirlerinden oku” dediler.

Kısa bir suskunluktan sonra “Demin ezbere türkü, şarkı okuyamam dedim ya, ezbere kendi şiirim de olsa okuyamam” dememle bir şaşkınlık masaya indi.

Nezih, “Yarın akşamüstüne en az bir tane şiirini ezberleyip gelmezsen seni vururum!” dedi.

Şaşırma sırası bendeydi. Aklımdan ”Şaka her hâlde” diye bir altyazı geçerken Nezih ceketini açıp silahın kabzasını gösterdi.

“Akşamüstü çay ve şiir, sonra da gider bir yerde rakı içeriz” dedi. Vedalaşıp ayrıldık.

Ertesi gün aldı beni bir tasa… Hangi şiirimi ezberleyecektim? İki şiir seçtim. Ezberleyene kadar ne uğraştım ama…

Şiir dedik ya o dönemde ilk şiirim Yansıma Dergisi Günümüz Türk Şiiri Özel Sayısı’nda (1973), ikinci şiirim ise Yeni Adımlar dergisinde (1974) yayımlanmış genç bir şairdim.

1974 yılında yazdığım şiirlerden ikisinde karar kıldım. Biri “Halkları Dünyanın”, ikincisi ise “Üç Deyiş / Ayrılık-Yoksulluk-Ölüm” Bu iki şiir de ne dergilerde yayımlandı ne de kitaplarımda yer aldı. Bu yazı vesilesiyle ilk kez okuruyla buluşmuş olacak.

Meraklısı için ek: Bu yazı dizisi devam edecek.