Yakılan Atatürk Kültür Sarayı’nın yeniden bakım ve onarımı devam ederken inşaatta çalışan işçiler greve gitmişlerdi. CHP Fatih İlçesi Kocamustafapaşa Teşkilatı greve giden işçilere destek için bir etkinlik kararı almıştı. Etkinlikte korumuz da bir konser verecekti. Çalışmaları titizlikle sürdürüyorduk.

Koromuzdaki Hüseyin’in devamlı gülüşünün çözümüzü bulamamıştım. Tek çare Nezih Başkan ile görüşerek hiç olmazsa bir kez de onun konuşmasını sağlamaktı. Nezih, “Hoca sen bunları düşünme, biz çözeriz. Sen sanatına bak” diyerek beni rahatlattı.

Konser günü geldi çattı. Konser öncesi son bir prova için kulisteyiz. Hayda… Korodaki arkadaşların bir kısmı yok ve sayımız zaten sınırlı. Bir de slogan yazacağız konser bitiminde “Yaşasın İşçiler…”

Kuliste erken gelen konuklarla ilgilenen Nezih Başkan’ın yanına giderek durumu anlattım. “Hoca” dedi Nezih, “Şu anda burada olan ve provaları devamlı izleyen arkadaşlar var. Sen onlardan istediğini işaret et. Ben hepsini kulise gönderirim. İstediğim arkadaşları gösterip kulisin yolunu tuttum.

Fuayeden toplanıp da bir emrivaki ile konsere çıkmak için gönderilen arkadaşlar isyan hâlindeydiler. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Kimi, ben sözlerin tamamını bilmiyorum” diyordu, kimi de “Ben konser için bilet aldım. Sahnede ne işim var.”

Tartışacak vaktimiz yoktu. “Arkadaşlar, devrimci disiplini bozmayalım” gibi bir lâfla söze girdim. Sözleri bilmeyenlere, “Siz hiç mi TRT’de eğlence programı izlemediniz? Şarkıcı okur gibi yapıyor ama arkada plağı çalıyorlar. Sözü tam bilmediğiniz yerde sesinizi lütfen yükseltmeyin. Biliyorsunuz, konser bitiminde bir slogan yazacak koromuz. Şimdi herkesin kartonlarını dağıtacağım. Bir final provası yapalım. Vakit daraldı.

Gerçekten de vakit dardı ve az sonra bizi sahneye çağıran duyuru yapıldı. Koro sahnede yerini aldığında gözüm ister istemez Hüseyin’e gitti. Bana hiç bakmıyordu. Havada bir hayali noktaya odaklamıştı gözlerini.

Koromuz çalgı desteği olmadığı için acapella bir konser verecekti. Yani çalgısız salt insan sesiyle müzik yapacaktı. Sahnede ses alacak bir çalgı da olmadığı için parçalar benim vereceğin sesle okunacaktı. İşin tehlikesi benim yanlış ses vermemdi. Bütün iş karton kule gibi devrilirdi.

Konserde marş ve türkülerin arasında Nuri’nin şiir okuma yetkinliğini de kullandık. Ahmet Arif’ten, Nazım Hikmet’ten şiirler okundu.

Ve konseri bize göre başarıyla tamamladık. Seyirciyi selamladıktan sonra sahneden çekildim. Koro bir adım öne çıkarak ellerindeki kartonları açarak “Yaşasın İşçiler” sloganını yazdı. İşte o anda bütün salon ayağa kalkarak alkışı arttırdı.

Konser sonrası ise Halk Sahnesi Oyuncuları Nazım Hikmet’in Yolcu adlı oyununu “İstasyon” adıyla sahneledi. Oyun kadrosu dört kişi… İstasyon şefi, karısı, makasçı ve yolcu… Oyundaki sanatçıları ise benim hatırladığım kadarıyla Şefik Kıran ve daha sonra Müşfik Kenter ile evlenecek olan Kadriye Demirel. Diğer oyuncuların isimlerini internet ortamında aradım bulamadım. Nuri’nin belleğine güvenip telefon ettimse de o da hatırlayamadı. Kadriye Kenter’e ulaşmaya çalıştım. Ancak WhatsApp ile yazıştık. O dönemdeki tiyatroda çıkan yangın sonucu arşivini yitirdiğini söyledi.

Etkinliğin ertesi günü partide Nezih başkanla görüştüm. Koromuzun beğenildiğini söyledi. Hele bir sendikacının söyledikleri… “40 yıllık sendikacıyım. Hayatımda böyle CHP korosu görmedim.”

Sendikacıyı böylesine şaşırtan korumuzun repertuarı idi. Bir Mayıs marşından enternasyonale, Avusturya İşçi marşından Kızıl Ordu marşına parçalar vardı.

Sırada bizim Hüseyin’in sahnede nasıl gülmeden durduğunu öğrenmeye gelmişti. “Ben hallettim işte” dedi Nezih. Ben de sordum, “Nasıl yani? Yöntemi öğrensek…”

Nezih arkasına yaslandı, yüzünde muzip bir gülümseme. “Çağırıp konuştum” dedi, “Bak oğlum konserde bizi proletaryaya rezil edersen, seni faşistlerden önce ben vururum, dedim.” Bunları anlatırken bir taraftan da kabzayı işaret ediyordu.

Ve kış günü Malatya’da güvenlik güçleriyle çatışan devrimci gençler öldürülmüştü. 1976… İşin ilginç yanı çatışma alanındaki renkli fotoğrafları zamanın Günaydın gazetesine, ihtimal bir yerlerden özel servisle özel haber yaptırılmıştı. Herkesin üzerine ağır bir hüzün çökmüştü.

Binanın dış cephesinde camekânlı bir panomuz vardı. Ertesi gün o panoya gazetedeki kanlı fotoğraflar bir kartona kırmızı mürekkep ile yazılmış şu sloganla asılmıştı. “Onlar öldüler, güneşe gömüldüler”

Birkaç gün sonra dönemin namlı gazetelerinden Tercüman’da bizim panonun fotoğrafı ve üstünde şu başlık vardı. “Anarşi panosunda CHP”

Mevsim kış İstanbul kar altında. Öyle bir kar var ki havaalanları çalışmıyor, seferler iptal. Uçak seferlerini niye söylüyorum? Dönemin CHP Gelen Başkanı Bülent Ecevit, öyle kızmış ve sinirlenmiş ki bizzat İstanbul’a gelip de yönetimi görevden almak istemiş. Hava muhalefeti sebebiyle gelememiş ama emir kesin. Kocamustafapaşa Teşkilat yönetimi kesin ihraç isteğiyle disipline verildi.

Herkesin canı sıkkın, ağızlarını bıçak açmıyor. Kar bütün hızıyla yağmaya devam ediyor. Günlerden cumartesi. Partiye gittim. Görevden alınan yönetimden kimse gelmemiş. Gençler var sadece desem yalan olmaz. “Böyle oturacak mıyız arkadaşlar?” diye sordum. Sessizlik… “Haydi” dedim, “İlçeyi basalım. Baskın basanındır.”

Hep beraber yola çıktık. Kar lapa lapa yağmaya devam ediyor. Kocamustafapaşa’dan Fatih’e yayan gitmenin yolu, önce Başvekil Caddesi’nden Fındıkzade’ye ineceksiniz. Sonra karşınızdaki yokuştan aşağı Lunapark’ın yanına. Ve bu kez Halıcılar Caddesi’nin yokuşunu sarıp çıkacaksınız Fatih’e…

Biz de öyle yaptık. İlçe binasına geldiğimizde hepimiz kardan adama dönmüştük. Hep beraber karlarımızı silkeleyip ilçe binasına girdik. Tesadüfün de böylesi. İlçe Başkanı İsmet Gencer hemen oracıktaydı. Bizi görür görmez, “Aman da kimler gelmiş, sağ kollarım, sol kolların” diye sevgi gösterisi yaptı. “Gençler üşümüştür. Çay verin. Yanında çift kaşarlı tost da yapın. Ben bilirim bu çocukları doğru dürüst yemek de yemezler”.

“İsmet Abi” dedim, “Biz çay içmeye gelmedik. Üç arkadaş seçtik. Temsilci. Seninle konuşmaya geldik.”

Bu arada bir arkadaş giriş kapısını örtmüş ve sırtını kapıya yaslamıştı. Diğer arkadaşlar da televizyonda buz pateni seyredenlerin oturduğu salona girip sert bir şekilde televizyonu kapattılar.

İsmet abi durumun ciddiyetini anlamıştı. Temsilci seçilen arkadaşlar kesin ihraç isteğiyle disipline verilen arkadaşların durumunu görüşeceklerdi. Hani an gelir su gibi geçer zaman veya an gelir bir türlü geçmek bilmez ya. Ayakta beklerken sadece sigara içiyorduk.

Ülkenin o döneminde Ankara ile telefonla görüşmek kolay iş değil. Ne kadar uzun bekledik ama. Sonunda İsmet abi geldi ve “Arkadaşların kesin ihraç isteğini kaldırttık” dedi. Üzerimizden bir dağ kalkmıştı sanki. İyi akşamlar dileyerek çıktık. Kış akşamı bir paraşüt gibi inmişti şehre.

İsmet Gencer diş hekimiydi. Bir gün muayenehanesine konan bomba alıp götürdü onu bizden. Rahmet, saygı ve sevgiyle anıyorum.

Partide hiziplerin coşkulu dönemi. Karadenizliler bir hizip, Deniz Baykal ise ayrı bir hizip başı. Karadenizlilerin İstanbul ayağında ise İl Başkanı Aytekin Kotil var. Güçlü bir hizip bu. Ahmet İsvan’ın Belediye Başkanlığı ancak bir dönem sürdü. Yeni yerel seçimde bu kez Aytekin Kotil Belediye Başkanı seçilmişti.

Yine suskun bir günde “Böyle oturacak mıyız?” diye sorum. Arkadaşlar, “Ne yapabiliriz ki” der demez, “Afişleme yapalım mesela” dedim. Nezih Başkan, “Seçimden yeni çıktık. Paramız yok.” diyerek kestirip atmaya çalıştı.

Bir köşede duran son seçimden artan afiş paketlerini gösterdim. “Arkaları boş. Ne yazacaksak karar verin. Şablon, boya ve flit…” dememle birlikte çalışma başladı. Hummalı bir faaliyet vardı. Gençler elleri su toplayana kadar çalışıyorlardı. Evet, sadece ilçe binalarının olduğu yerler bir gecede afişle donatılacaktı. O şartlarda hedef Avrupa yakasındaki ilçelerdi. Anadolu yakasına yetişemezdik.

Nuri’nin ağabeyinden fosfos alınacaktı. Dört kişi… Biri şoför, iki afişçi bir de koruma…

Ve bir gece İstanbul’un Avrupa yakasındaki ilçe başkanlığı binaları afişlendi. Galiba Beşiktaş İlçe’nin binası az gelmiş kapıyı bile silme afişle donatmışlar.

Afişlerdeki “Demokratik muhalefet” imzası ise ertesi gün kim bilir kaç kişiyi iğneli fıçılarda bırakmıştır. “Kim ki bunlar?”

Kocamustafapaşa Teşkilâtı kendine özgü bir yapıydı. Örneğin Taksim’de miting var. Bülent Ecevit de gelecek. Partinin bütün teşkilâtları mitinge toplu taşıma araçlarıyla gelirlerdi. Anadolu yakasında oturanlar otobüs, vapur yeniden otobüsle Taksim’e ulaşıyorlar. Ancak bir istisna var. Kocamustafapaşa Teşkilâtı…

Miting günü Kocamustafapaşa’da toplanılır, pankart açılır ve Taksim’e kadar yürünürdü. Mitinge gitmek için duraklarda otobüs bekleyenlerin de katılımıyla giderek sayımız artar ve İstiklâl Caddesinden meydana coşku ile girilirdi.