Koroyu oluşturan gençler arasında hiç kadın sesi yok. Bir çalgı desteği istedim çalışmalar için. İkinci ve üçüncü çalışmada da çalışmalara bir çalgı desteği sağlanamayınca ben de kanunumu alıp provaya gittim.

Tepki inanılmaz. “Bu Osmanlı, saray çalgısının burada ne işi var. Biz devrimciyiz.”

“Arkadaşlar” dedim, “Çalışmalara destek olacak bir çalgı bulunamadı. Benim ses alacağım bir çalgı lazımdı. Kendi sazımı getirdim. Görüyorsunuz sadece ses alıyorum.”

Çalışma biterken “Koroda kadın sesi yok. Önümüzdeki çalışmaya kendi kız kardeşimi getireceğim. Sizler de arkadaş, kardeş, abla birini getirin” dedim.

Evet, bugünden o yıllara bakınca hem de İstanbul’da koroya çalgı desteği bulunamadığını, kadın sesi için de ne çözüm bulduğumu görmüşsünüzdür. Ben kız kardeşimi getirdim, Nuri de ablasını. Bir kız arkadaş da koroyu duyup gelmiş. Sesi güzel bu kıza konserlerimizde solo yaptırdığımızı söylemeye gerek var mı? “Sobalarımızda kuru da meşe yanıyor efem” adlı türküyü öyle güzel okurdu ki… Mahir Çayan’ın sevdiği bir türkü olduğunu bilenlerin gözleri dolardı dinlerken.

Batının saray, kilise, aristokrat müziği olunca ses etmeyen anlayış bugün de kendi musikimiz olunca dudak büküyor. Çift ölçülülük bir aydın tavrı olabilir mi? Kültürün şeylerin hâlden hâle geçen sürekliliği olduğunu yadsıyan bu duruş dün olduğu gibi bugün de kültür ve sanat dünyamıza zarar vermeye devam ediyor ne yazık ki.

Gençlik Korosu çalışmalarımız sürüyor. Repertuara kimse karışmıyor. Repertuarda ise neler var, neler. Enternasyonal mi dersiniz, Ege Denizi Kararınca adlı müzik mi, yoksa Kızıl Ordu marşı mı? Ve illaki bir mayıs marşı…

Nuri’nin (Zengin) belleğinin inanılmaz derinliği ve zenginliği bizim için büyük bir şans. Konserde müziklerin arasına şiirler de koymayı düşündüm. Nuri gibi bir hazineden yararlanmamak olmazdı.

Nuri’nin belleği için bir örnek vereyim. Bir akşam bir yerde oturmuş içiyoruz. Sıra müziğe geldiğinde Nuri’den istekler oluyor. Örneğin, Ruhi Su… Nuri soruyor, “Hangi uzunçalarından?” Uzunçaların adı verildiğinde, örneğin Pir Sultan, bir soru daha geliyor Nuri’den, “A yüzünden mi, B yüzünden mi?”

Masadaki arkadaşlar mesela “A yüzü” derse soruyor Nuri, “Hangi parça?”

Masanın gerildiğini hissetmemek mümkün değil. Nuri diyorum, “Sen A yüzünü sırasıyla oku lütfen”.

CHP Gençlik Korosu’nun repertuarı parti içinde konuşuluyor olmalı ki Nezih Başkan, “Bir provamızı dinlemeye Gençlik Kolları Başkanı gelecek” dedi.

Ben de sordum. “Adı ne başkanın?”

Nezih, “Mehmet Kocayavuz” der demez “Yahu o benim liseden sınıf arkadaşım” diye bir cevap veriyorum.

Ve prova günümüz olan perşembe Gençlik Kolları Başkanı geliyor. Mehmet ile kucaklaşıyoruz.

Mehmet’in sözlerinin satır arasını okumak lâzım… “Biz burada Marksizm’i tartışırız ama propagandasını yaptırmayız.” Anlaşılan koronun repertuarı bir nebze de olsa sıkıntı yaratmış partide.

Bu vesileyle hayli genç yaşta yitirdiğimiz Mehmet Kocayavuz’u sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.

Gençlik Kolları Başkanı bunları söylüyordu ama her cumartesi günü saat 15.00’de yapılan eğitim seminerlerinin ana konusu tarihi maddecilik ve materyalizm idi. Seminerlerin gördüğü ilgi ise hayli yüksekti. Öyle ki gelenler oturacak yer bulamadığında biz ev sahibi olarak kalkıp yer verirdik.

Yine öyle kalabalık bir gün… Arkalara geçmiştim, semineri ayakta izlemek için. Kapı açıldı ve içeri 10-12 yaşlarında bir çocuk girdi. Beni ayakta gördüğün için mi bilmem, “Hoca Efendi selâm söyledi, ikindiyi kıldırıp gelecekmiş. Ben gelmeden başlamasınlar” dedi. Hoca dediği yanımızdaki Sümbülefendi Camii’nin imamıydı.

Cami hocası tarihi maddecilik ve materyalizm semineri izler de kapımızın önünde simit satan esnafın ne eksiği var? O da simit tablasını kapının önünde bırakıp, önlüğünü belinde toplar ve arkalardan izlerdi semineri.

Kırmızı atkısıyla seminer için yerine geçmiş önündeki kâğıtlara bakan Nezih Başkan’a yaklaşıp, kulağına Hoca efendinin söylerini aktardım. Başını salladı.

Koro çalışmaları sürerken bir duvar panosunu kültür-sanat için ayrılması hoş bir şeydi. Arkadaşlar yazılarını, şiirlerini panoya asıyorlardı. Bir çeşit duvar gazetesi. Eh serde şairlik var, bir şiir de ben astım panoya.

Koro çalışması için erken gittiğim bir gün gözüm panoya ilişti, benim şiirin yerinde yeller esiyordu. Gençlere sordum, “Benim şiiri kim kaldırdı?” diye. Cevap inanılmazdı, “Senin şiiri Nezih abi kaldırdı” dediler. Şaşırmıştım, “Niye?” diye sordum. Cevap gerçekten inanılmazdı. “Hocam senin şiir aşktan filan söz ediyormuş. Nezih abi, biz devrimciyiz. Öyle aşk gibi küçük burjuva işlerle uğraşmayız diyerek şiiri kaldırttı.”

“Nezih Başkan nerede?” dedim. Odasındaymış.

Odaya girer girmez selâmlaştık. Selâmlaşma faslı biter bitmez söze girdim. “Yahu Nezih, benim şiirdeki aşk, Ahmet’in Ayşe’ye aşkı değil, devrim aşkıydı. Kim kaldırdı benim şiiri?” diye sorar sormaz Nezih, dışardaki gençlere seslendi, “Kim kaldırdı ulan Hoca’nın şiirini? Çabuk asın yerine…”

Meraklısı için ek: Devam edeceğiz elbette…