Devletler kendi çıkarları için sudan sebeplerle savaşlar çıkarırlar. Başka devletlerin iç işlerine, toprak bütünlüğüne saldırırlar. Ürettikleri silahları pazarlayarak, yine savaşı çıkaranlar kazançlı çıkar. Savaşan devletler bilmezler mi ki “Ateş düştüğü yeri yakar.” Yıkım savaşın olduğu yerdir çünkü.
Silah üreten devletler, silah sanayiine harcadıkları geri kalmış, aç-susuz olan milletlerin refahına, eğitimine, kalkınmasına yardımcı olsalardı, insanlığa bahşedilen bu dünya, güllük gülüstanlık olur, bütün canlılar da huzur bulurdu. Ancak, insanlığın sapık fikirleri, huzurdan huzursuz olmuşcasına kargaşa, terör, savaş yaratarak, bu sapık fikirleri eyleme koyuyorlar. Sanki bulundukları topraklara sığmayıp, sağa-sola saldırıyorlar. Sonunda iki metrelik toprağa nasıl sığacaklarsa...
Bu sadist fikirlerin eyleme koyduğu savaşın biri de Birinci Dünya Savaşı’ydı. Birinci Dünya Savaşı’nda milletler gruplar halinde birbirleri ile savaştıkları için, bu savaşa Birinci Dünya Savaşı denmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa katılmaya zorunlu kıldığı ve birlikte savaşa katıldığı devletler yenilgiye uğradığı için, Osmanlı İmparatorluğu da yenilmiş sayılarak Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıktı. Ve sonunda da, yurdumuzun parçalanması anlamına gelen bir antlaşma hazırlandı. Bu antlaşma Osmanlı Ordusu’nun dağıtılması, silahların düşman devletlere teslimi, idarenin yabancılara verilmesi ve de yurdun parça parça edilerek paylaşılması demekti. Yani bu, resmen bir işgaldi...
Ancak, yurdunu, ulusunu sevenler bu işgali içlerine sindiremeyip, yurdu düşman işgalinden kurtarmak için her tehlikeye baş koydular. Yurdun dört bir yanında, yurt savunması için cemiyetler kurdular. Bu yurt savunucuların başında da Gazi Mustafa Kemal Atatürk vardı. Ve Atatürk düşmanlara;
“Geldikleri gibi giderler” diye haykırdı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e:
“Ordumuz yok” dediler. O:
“Kurulur” dedi.
“Paramız yok” dediler.
“Bulunur” dedi.
“Düşmanlar çok kuvvetli” dediler.
“Olsun, yenilir” dedi. Ve sonunda Atatürk:
“Düşmanlarımızın dayandıkları tek bir şey, çelik ve silah kuvvetidir. Bunlar özgürlük için ölmeye karar verenlerin kuvvetlerini anlayamazlar. Biz Anadolu’ya silah ve cephane değil, özgürlük aşkını; bağımsızlık, özgür bir ulus olma gücünü götürüyoruz” diyerek 19 Mayıs 1919’da, Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıktı. Yurt Savunmasına bir inanç, bir imanla başladı. Çevresine topladığı yurtseverlerle, ulusunu sevenlere, düşmanlara karşı gelmekten başka yolun olmadığını anlattı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk halk içinde tek kurtuluş ümidi olurken, düşmanlar da yurdun dört bir yanında paylaşmaya başlamışlardı.
Atatürk Samsun’dan Amasya, Sivas, Erzurum’a giderek bütün yurtseverleri harekete geçirdi. Düşmanlara karşı savaş hazırlıkları başlattı.
Bugüne değin Türk Ulusu, hiçbir zaman başka milletlerin topraklarına saldırmamış ve hep savunmada kalmıştır. Bunun içindir ki Atatürk, yurt savunucularına:
“Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa var. Bu satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk edilemez.”
“Size yurt savunmasında, dönmeyi değil, ölmeyi emrediyorum.” “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” emirleri doğrultusunda, düşman orduları, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ordularının inançlı ve imanlı kararlılığı karşısında dağılmaya başladı. Ve sonunda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bu cennet vatan düşmanlardan temizlendi. Sonunda da bütün illerden gelen temsilcilerle, Ankara’da toplanılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi oluşturuldu. Bu meclis 23 Nisan 1920’de ilk toplantısını yaparak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına getirdi.
(SÜRECEK)