Kemalist Devrim’in Milli Mücadele / Kurtuluş Savaşı aşaması teşkilatlanma (örgütsel yapı) stratejileri bağlamında derslerle dolu bir yol haritasıdır.

 

Limni adasının Mondros limanında Rauf Orbay’ın imzaladığı silah bırakışması ve Sevr Anlaşmasıyla devam eden süreç, emperyalistlerin çeşitli yerlerde işgalleri başlatmasıyla devam etmiştir. Bu işgal belki bir yüz yıl önce kotarılan planın sadece tek bir parçasıdır. 

 

İstanbul 16 Mart 1920’de resmen işgal edilmiş, Padişah sarayında tutsak, mevcut hükümet ise şeklen görevdedir. İstanbul, işgal kuvvetlerine biat etmektedir. 

 

Tanzimat’tan beri yüzünü Batı’ya dönmeyi  kurtuluş reçetesi olarak kabul eden, Osmanlı münevverleri arasında bazıları İngilizlerden medet ummakta, bazıları Amerikan mandasını savunmaktadır. Yüzünü Anadolu’ya dönen, milletine güvenerek yola çıkan ise Mustafa Kemal Paşa olmuştur.

 

Sevr Anlaşması gereği ordu terhis edilmiş,  Türk ordusunun silahları işgal kuvvetlerince teslim alınmıştır. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan ve 22 Haziran 1919'da yayımlanan, Amasya Genelgesi’nde bir durum saptaması yapan Mustafa Kemal Paşa, Bildirge'nin ilk maddesinde Anadolu'nun "ahval ve şerait"ini özetlemiştir. “Vatanın ve milletin istiklali tehlikededir. Vatanın ve milletin istiklalini gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”

 

Erzurum Kongresi’nde ise “milli sınırlar içinde vatanın parçalanmaz bir bütün olduğu” dünyaya ilan edilmiştir. Erzurum Bildirgesi Madde:1

 

"Vatan bir bütündür, parçalanamaz." 

cleardot

 

Mustafa Kemal Paşa, boynunda idam fermanı elinde silah 09 Eylül 1922’ye kadar süren koşusuna başlamıştır.

 

Ali Fuat Paşa (Cebesoy) Bilinmeyen Hatıralar adlı kitabında şunları söylemiştir.

 

“Hepimiz önce orduyu teşkilatlandırmak gerektiği görüşündeydik. Bir tek O (Mustafa Kemal Paşa) orduya hükmedecek bir siyasal teşkilatlanmayı önümüze koyuyordu.”

 

Sivas Kongresi (04 Eylül 1919) Müdafaa-i Hukuk adıyla oluşan birleşik cepheden bir “Heyet-i Temsiliye” seçilme aşamasıdır.

 

Erzurum Kongresi’nin tamamlandığı günün akşamı Mustafa Kemal Paşa, Süreyya Bey ile kongrenin değerlendirmesini yaparken uyumaya çekilen Mazhar Müfit'i çağırmıştır.

 

Emir eri Ali Çavuş’a seslenerek, kahve yapmasını istemiş ve konuşmasını sürdürmüştür.  
 
"Erzurum Kongresi’nin en belirgin niteliklerinden biri de milli iradeyi, her şeye egemen ve her şeye üstün kılma kararıdır. Ülkede milli irade egemen olacak. Milli güçler de bu iradeye bağlı... Gerçek bu olunca neler olmaz?! 

 

‘Çağdaş’ sözcüğü hoca efendilerin tutuculuklarına dokundu. Yanlış yorum ve düşüncelere kapıldılar. O sözcüğü çıkarmakla iyi ettik. ‘Çağdaş’ sözcüğü şu anlama mı, bu anlama mı  gelir diye saatler harcamanın ve yanlış yorumlara yol açmanın anlamı yoktu.” 
 
“Kongrenin bir siyasal partiye dönüşme yolundaki öneriyi geri çevirmesi de çok iyi oldu. Ben bugünkü durum içinde siyasal partilere karşıyım. Biz siyasal partilere değil, ulusal birliğe muhtacız. Böyle yıkım anlarında siyasal partiler ulusun birliğini bozar. Ömer Fevzi ve bir arkadaşının önerisi Bolşeviklik yolunu açıyordu. Onun da geri çevrilmesi  çok iyi oldu.
 
Demin de söyledim, en önemlisi ‘milli irade’ ilkesinin kavranıp benimsenmesidir. Milli iradeyi, millet işlerinde egemen kılmak birinci amacımızdır.” 
 
Mazhar Müfit'e dönerek “Mazhar not defterin yanında mı?” diye sorar.
 
Mazhar Müfit, "Hayır Paşam"… 
 
Atatürk “Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel.” 
 
Sabah olmak üzereydi. Onun yanındayken dünya gecesi gündüzü olmayan bir âlemden ibaretti. Bu yüzden uyku gereksinimi de yoktu. Mazhar Müfit aşağı inip not defterini getirdi.  
 
Atatürk, Mazhar Müfit'in günlük tutmasına her olayı not edişine çok seviniyordu. Bunu da dile getirirdi:
 
“Belleğimiz zayıfladığı zaman Mazhar Müfit'in defteri çok işimize yarayacak.” 
 
Mazhar Müfit defteri getirince Atatürk, “Mazhar Müfit Bey, anı defterinde bir sayfa aç. Ama bu defterin  bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna dek gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin” dedi. 

Evet, insan belleği unutma özürlüdür. Bu notlar 21. yüzyılda da bizlere yol göstermektedir. 

Sivas Millî Kongresi'ne Çağrı
Sivas Kongresi'nin toplanma kararı, Amasya Genelgesi'nde şöyle belirtilmiştir.

“Milletin istiklâlini kurtarmak için, her türlü tesir ve baskıdan uzak bir millî heyetin kurulması gerekmektedir. Bunun için yazışmalar sonunda, Anadolu'nun en güvenilir yeri Sivas'ta Millî Kongre'nin toplanması kararlaştırılmıştır.

Fırka (parti) anlaşmazlıkları gözetilmeden her sancaktan, halkın güvenini kazanmış üç murahhasın (delegenin), mümkün olan çabuklukla yola çıkarılması gerekir. Her ihtimale karşı bunun bir 'millî sır' olarak tutulması ve gereken yerlerde yolculuğun değişik adla ve kılıkla yapılması lâzımdır.

Müdafaa-i Hukuk-u Millîye Cemiyetleri ve belediye başkanlıklarınca murahhasların seçilmesi ve yola çıkarılması hakkında, vatanseverlikle yardımcı olmanızı ve onların adlarıyla yolculuk tarihlerinin telgrafla bildirilmesini istirham eylerim.”

Burada altı özenle çizilmesi gereken anlayışa lütfen dikkat buyurunuz. “Fırka (parti) anlaşmazlıkları gözetilmeden”…

 

Biz teşkilatlanma olgusuna dönelim. Bu süreçte teşkilatlanma yapılır ve “Müdafaa-i Hukuk” ifadesi kullanılırken neden dönemin söylemiyle “fırka” bugünün söylemiyle “parti” denmediğini anlamak ve anlatmak 21. yüzyıl Türkiye’sine ışık tutacaktır.

 

Erzurum ve Sivas Kongrelerindeki katılımcıların bir fırka/parti çatısı altında birleştirmenin olmayacak duaya âmin demek olduğunu kavrayan tek bilinç Mustafa Kemal Paşa’ya aittir. En yakın çevresi örneğin Ali Fuat Paşa bile o aşamada orduyu örgütlemekten yanadır.

 

Mustafa Kemal Paşa ise Kongreler sürecini Sivas’ta seçilen “Heyet-i Temsiliye” ve Ankara’da kurulacak Millet Meclisi’yle sürdürmüştür.

 

Bu süreçte Müdafaa-i Hukuk eğer bir fırka/parti olsaydı dört benzemezle emperyalizme rest çekilirdi ki gerisini yazmak istemiyorum. Tarihte Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet olamazdı.

 

Erzurum ve Sivas Kongrelerinde görülen siyasi yelpazenin bir benzeri günümüz Türkiye’sinde yaşanmaktadır. Saadet Partisi’nden TKP’ye uzanan bir yelpaze…

 

1919’da mevcut siyasi yelpazeyi nasıl bir parti çatısı altında toplamak imkânsız ise bugün de mevcut siyasi yelpazeyi bir parti çatısı altında toplama fikri, olmayacak duaya âmin demenin gafletidir.

 

Ancak “Tam Bağımsız Türkiye” ortak paydasında oluşacak Birleşik Cephe 21. yüzyıl Türkiye’sinin temel örgütlenme stratejisidir.

 

“Herkes bizim partiye gelsin…” demek, birleşik cepheyi ötelerken yeniden Kemalist Devrim’i de ötelemek olacaktır.

 

Günümüzde siyasi partiler olmasın demek eşyanın doğasına aykırıdır. Ama şehir devletlerine ayrıştırılarak bölünmenin eşiğine getirilmiş bir coğrafyada Saadet Partisi’nden TKP’ye “Tam Bağımsız Türkiye” ortak paydasında birleşik cephe yerine tek partiyi savunmak veya paravan parti kurmaya çalışmak büyük bedellere sebep olacaktır.

  

Mustafa Kemal Atatürk’ün Sivas Kongre sürecindeki şu sözleriyle bitirelim yazımızı… “Biz siyasi partilere değil, milli birliğe muhtacız”.