1 Ekim 2021 günü meclisin açılışında TBMM Başkanı Şentop, partilere yeni anayasa çağrısı yaptı. “Siyasi partiler tekliflerini ortaya koymalı. Somut anayasa önerilerine ihtiyaç var" dedi.

Laikliğin tartışmaya açıldığı, Kürt sorununun konuşulur olduğu, başkanlık ve parlamenter sistem tartışmasının devam ettiği; özellikle muhalefet cephesinde günlerdir cumhurbaşkanı adayı kim olacak tartışmasının yapıldığı bu günlerde, yeni ve sivil bir anayasa tartışması zaten dillendirilir olmuştu.

Ama görünen o ki, yeni ve sivil bir anayasa Kürt sorununa ve de laiklik sorununa kilitlenecek gibidir.

Çünkü Türkiye’de siyasetin asla uzlaşmaz tavrı, iktidar ve muhalefetin birbirini “vatan haini” gibi görmesi, sivil bir anayasa yapabilmenin devamlı önüne geçmiştir. Ve de siyaset, kendinde böyle bir gücü görmez, göremez olmuştur.

***

Nitekim 2011 seçimlerinde tüm partilerin, “yeni ve sivil bir anayasa” vaatleri üzerine:

AKP, CHP, MHP ve HDP’den oy oranı ve meclisteki sayısına bakılmadan, 3’er milletvekili ile 19 Ekim 2011 günü “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” kurulmuş, TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in başkanlığında 2 yıl üzerinde çalışılmış, ancak 59 maddede uzlaşılmış, 2013 yılı sonunda çalışmalara son verilmişti.

2016’da yine gündeme gelmiş, aynı koşullarla yine “Anayasa Uzlaşma komisyonu” kurulmuş, ama ‘başkanlık ve parlamenter sistem kavgası’ ile dağılmıştı.

Ve 11 Kasım 2020 günü, Ümit Özdağ’ın “İYİ Parti, CHP, Saadet Partisi ve HDP yeni bir anayasa çalışması yaptı” sözleri üzerine, günlerce bu konu tartışılmıştı.

***

Anayasalar, 1789 Fransız İhtilalinin açtığı kulvarda, ulus devletlerin inşasıyla gündeme gelmişti.

Dolgusu insan hakları ve laiklik gibi fikirler olan bu oluşum, çok uluslu Osmanlı devletini de etkilemiş, anayasal bir sistem seslendirilir olmuştu.

Nitekim 1808’de Sened-i İttifak’la başlayan, 1839’da Tanzimat Fermanı ile devam eden, 1856’da Islahat Fermanı ile şekillendirilen, 1876’da ilan edilen Kanûn-i Esasi ile de meşrutiyet dönemleri boyunca olgunlaştırılan anayasal bir süreç yaşanmıştı.

Ve bu süreç:

savaşının sıcak günlerinde yapılmış 1921 anayasası, Cumhuriyetin kuruluş heyecanı içinde yapılmış 1924 anayasası, darbe anayasaları olarak da adlandırılan 1961 ve 1982 anayasaları ile devam etmişti.

Elbette bunların içinde en çağdaş olanı, devleti yeniden dizayn etmekle birlikte, demokratik özgürlüklerin önünü açan 1961 anayasası olmuştu.

***

Ama Türkiye'de tüm anayasalar, ya askeri iradenin gölgesinde ya da darbe dönemlerinde yapılır olmuştu.

Bunun kökeninde; sivil siyasetin yerleşememiş, özgüveni yüksek sivil bir iradenin gelişememiş olması ve de Türk toplumunun yapısında “asker millet” olgusunun yaşaması idi.

Bu durumu en çarpıcı bir dille ifade eden, Prof. İlber Ortaylı olmuştu. 7 Şubat 2010 günü, MHP'nin “Siyaset ve Liderlik Okulu”nda yaptığı bir konuşmada:

“Bizde resim, heykel sanatı yoktur, musikiyle uğraşılmaz, filozof yoktur. Fakat ölmeyen sanatımız askerliktir” demişti. Ve de bu söz üzerine çok büyük alkış almıştı.

Oysaki bu bir tespitti. İçinde, övgünün yanında çok önemli bir eleştiri vardı.

Sanatı, felsefesi olmayan bir toplum elbette bir demokrasi kültürü geliştiremezdi. Elbette çağdaş bir demokrasiyi inşa edemezdi. Galiba bizde eksik olan da işte bu idi.

Oysaki bu toplum, geçmişte büyük devletler, imparatorluklar kurmuştu. Hiçbir zaman açık sömürge olmamıştı. 98 yıl önce de Türkiye Cumhuriyetini kurmuştu.

Peki, nasıl olur da bu toplumun siyaseti gerek inanç, gerek etnik kimlikleriyle varlığını tescil ettirmek isteyen kesimleri hırpalayan bir dil kullanır da, hırpalamayan bir anayasa yapamaz?

Nasıl olur da 98 yaşına basmış Türkiye Cumhuriyeti, ülkesinde iç barışın ve birlikte yaşamanın önünü açmaz da açan bir anayasa yapamaz?

Ve de nasıl olur da bu ülke, bir darbe anayasasından kurtulamaz?

Galiba, İlber Ortaylı'nın sözü çok doğru. Herhalde bizde demokrasi kültürü yok ki, demokrasiyi geliştiremiyoruz.

Ya da doğulu toplumların genetik yapısı mı böyledir? Bilemiyoruz.

***

Oysaki Türkiye'nin yeni ve sivil bir anayasaya ihtiyacı olduğu hem de çok açıktır.

Bugün bağımsız ve tarafsız bir yargının, kuvvetler ayrılığının, düşünce ve inanç özgürlüğünün, denetlenebilen bir devlet yapısının…

Farklı kimliklerin kendini anayasa içinde bulacağı, kurucu değerlerin ruhunun yaşayacağı, siyasi önyargıların yıkılacağı…

Laik ve cumhuriyet değerleriyle dolu bir toplumsal sözleşme, çağdaş ve sivil bir anayasa neden olmasın, neden yapılamasın?

Ama görünen o ki; yukarıda da belirttiğimiz gibi böyle yeni ve sivil bir anayasa, Kürt sorununa, laiklik sorununa kilitlenecek ve de başkanlık-parlamenter sistem tartışmasına hapsedilecek gibidir.