CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Bu sorun çözülecekse meşru bir organla, HDP ile çözebiliriz” dedi ve bir tartışmanın fitili ateşlenir oldu.

Bu nedenle konuya bir bakmak gerekti.

2009-2010 yıllarında yoğun bir şekilde “açılım” konuşulmuş ve adına “Kürt Açılımı” denilmişti. Sonra “Demokratik Açılım”, daha sonra da “Milli Birlik ve Beraberlik Projesi” denildi.

Özü “Kürt Açılımı” olmasına karşın adının değiştirilmesinin nedeni, sanırım toplumsal tepkiden duyulan endişe olmuştu.

Aslında açılım, 1 Ocak 2009’da Kürtçe yayın yapan TRT 6’nın, açılmasıyla kısmen başlatılmıştı.

O gün ezberlerin bozulduğunu, iktidar ve muhalefetin ortak bir dil ve bir programla konuya eğileceğini ve bu görünen kirli savaşın sona erdirileceğini sanmıştık. Ama olmadı.

Ya iktidar anlatamadı ya da muhalefet anlamadı. Ve ortak bir çizgide buluşulamadı.

Peki, ne oldu?

1984’ten bugüne 37 yıldır devam eden çatışmalarla, toplumun belleği etnik bir kavganın refleksleriyle doldurulur, ülke bir iç savaşın eşiğine getirilir oldu.

***

Kısa bir tespit yapalım:

Bölgede 200-250 bin asker görev yapmaktadır. Bu demektir ki 37 yılda 7 milyonu aşkın gencimiz bölgede askerlik yapmış, çatışmalara katılmış, çatışma ortamında bulunmuştur.

Bu 7 milyon askerin anası, babası, eş, çocuk, kardeş ve akrabalarını birinci dereceden etkilenenler olarak düşündüğümüzde, Türkiye nüfusunun çok büyük bir kesiminde, terörü destekliyor düşüncesiyle bölge halkına bir öfke yükselişi olmuştur.

Bölgede ise 40 yaşın altı, bu savaş ortamında doğmuştur. Bu nedenle bölge halkı ve gençliğinde de karşı bir öfke yükselişi görünür olmuştur.

Ve bunun acı sonucu olarak da aidiyet duygusu giderek erir, birlikte yaşama koşulları giderek zayıflar görünmüştür.

***

Aslında bu konuda, 1989 yılında Deniz Baykal'ın başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanan rapor çok önemli idi.

Özellikle Baykal'ın rapora yazdığı sunuş yazısında çok önemli vurgular yapılmıştı.

“(…) Resmi politikaların yok saydığı bu konu önyargısız bir anlayışla, korkusuzca tartışılmadığı sürece, toplumsal barışı sağlayacak siyasi programların ortaya çıkarılması olanaklı değildir.(...) Asimilasyonla, var olan bir etnik yapıyı inkâra dönük yaklaşımlarla bu sorunun çözülemeyeceği artık anlaşılmalıdır” denilmişti.

Yine bu konuda, bölgede görev yapan komutanlarla ve zamanın Genel Kurmay Başkanlarıyla gazeteci Fikret Bila'nın yaptığı söyleşilerde askeri önlemlerin, sorunun çözümünde yeterli olmadığı özellikle ifade edilmişti.

Özellikle de Jandarma Genel Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış olan Emekli Org. Aytaç Yalman'ın tespitleri çok çarpıcı idi.

“Anadilini konuşmak, Kültürünü yaşamak istiyor. Oysa biz, o dönemde Kürt yoktur diye eğitildik. Kürtleri Türklerin bir kolu olarak gördük. O dönemde ‘sosyal istekleri’ bile ‘yıkıcı faaliyetler’ kapsamında gördük” demişti.

Ne yazık ki gelen iktidarlar ve muhalefetler, konuyu Deniz Baykal gibi, Org. Aytaç Yalman gibi ya görememişler ya da görmek istememişlerdi.

Ve de bu raporlara sahip çıkılamamış, konu iç siyasete alet edilmiş, bir strateji oluşturulamamıştı.

Oysaki bölgenin özellikleri nedeniyle, bu sorunu kendimiz çözemez isek emperyal güçler tarafından kaşınacağı, kendi amaçlarına göre de kullanılacağı görülebilmeliydi.

İşte Irak… İşte Suriye… Yani çevremizde gördüğümüz gibi...

***

Sorun 98 yıldır çözülmediği gibi, bir asayiş sorunu olarak görülür olmuştur.

Zihinlerde derin bir ayrışma yaratılmış, geri dönüşü olmayan etnik bir kimlik uyandırılmıştır.

Ve de bugün bu konu, ne sadece iktidar partisinin üzerine yıkılacak kadar basit, ne de ordunun üzerine yıkılacak kadar önemsiz olmuştur.

İşte bu nedenlerle:

Karşılıklı nefret duygularının daha da yükselmesini istemiyor isek…

Birlikte yaşama koşullarının zayıflamasını, filizlenmeye başlayan ayrılıkçı duyguların yükselmesini istemiyor isek…

Giderek küresel güçlerin iradesine giren bu konuyu, küresel güçlere teslim etmek istemiyor isek…

Ve de babamızdan miras bırakılan bu sorunu, biz de çocuklarımıza miras bırakmak istemiyor isek…

Ezberlerimizi bozup ortak bir akıl, ortak bir dille kalıcı bir çözüm üretmeliyiz.

Ama öncelikle önyargıları yıkacak kadar siyaseten cesur olabilmeliyiz.

Peki, bu konu neden birden gündeme geldi ya da neden getirildi?