10 Şubat'ta Cumhurbaşkanı Erdoğan, başkanlığa giden anayasa değişikliğini imzaladı ve referandum günü olarak 16 Nisan belirlendi.

Yani "evet" diyecekler için "Türkiye'nin var oluş" tarihi, "hayır" diyecekler için "Cumhuriyet'in yok oluş" tarihi 16 Nisan olarak ilan edildi.

Elbette 16 Nisan'a kadar meydanlara çıkılacak, mitingler yapılacak, ev ev gezilecek, özellikle evet denilmesini İsteyenler vaatlerde bulunacaktır.

Ve de:

-"Hayır" diyenlere "vatan haini" denilecek, "terörist" denilecektir.

-"Evet" diyenlere "aptaldır" denilecek, "koyundur" denilecektir.

"Hayır" diyenlere "bölücü ve din düşmanı, PKK'lı ve FETÖ'cü" denilecektir.

-"Evet" diyenlere "göbeğini kaşıyanlar ve cumhuriyet düşmanı" denilecektir.

İşte bu söylemlerin bulanıklığında sandıklara gidilecek, oylar kullanılacak, dökümü yapılacak  ve  ortaya  iktidarın  ağzıyla  "Türkiye'nin   kurtuluşu",  muhalefetin  ağzıyla "Cumhuriyet'in sonu" olan bir sonuç çıkacaktır.

*       *       *

İşte bu nedenlerle 30 Ocak 2017 tarihli yazımın sonunu, "Referanduma giderken kullanılacak dil, yeni bir şiddet tohumunu eker olmamalıdır. Ve de başkanlığa giden bu yolda, meclisin duymadığı toplumsal ve siyasal endişeleri, bu ülkenin halkı duymalıdır" diye bağlamıştım.

Bağlamıştım ama görünen durum böyle değildir ve de böyle olmayacak gibidir.

Ne yazık ki, büyük bir nefret tohumu ekilmekte; sanki geri dönüşü olmayan bir yolda yürünmektedir.

Ve sanki bir arada yaşamayacak olan ve sanki birlikte ağlayıp gülemeyen bir dille ayrımcılık daha da körüklenmektedir.

*       *       *

Öncelikle belirtmeliyim ki, siyasi bir körlük oluşmuştu bu ülkede.

Çünkü "başkanlık" konusunda önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, "82 anayasasında Cumhurbaşkanı yetkileri fazladır" diyenler dinlenmemişti,

Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesinin siyaseti nereye götüreceği görülmemiş, 367 garabetinin neye mal olacağı hiç hesap edilmemişti.

Ve başkanlığa giden anayasa değişikliğinin, komisyonda görüşülmesine ve meclisteki oylamasına katılmakla, bir meşruiyet kazandırılır olacağı da hiç düşünülmemişti.

Ve de bu siyasi körlük, siyasette oluştuğu gibi topluma da yansıtılmıştı.

*       *       *

Elbette bunun artık tartışmasını yapmak anlamsızdır. Çünkü bu saatten sonra "evet" ya da "hayır" propagandasının dönemi başlamıştır.

Ama altını çizmek gerekir ki, bu bir seçim değildir. Bu, AKP iktidarına güvenoyu da değildir. Bu, bu devletin bundan sonraki siyasal ve toplumsal haritasına karar vermektir.

Ki, böyle bir konuda siyasal ve toplumsal bir konsensüsün oluşmadığı; özellikle bölgemizin daha da kanlı yeni oluşumlara gebe olduğu bir dönemde, neden bir başkanlık konusu gündeme sunuldu, bilinmemektedir.

Yine de bilinmelidir ki, bu toplum referandumdan önce birlikte yaşadığı gibi sonra da birlikte yaşayacaktır. Kullanılacak dil bu nedenle önemlidir. Toplumu bir arada tutamayan ayrıştırıcı söylemler bu nedenle çok tehlikelidir.

Ne yazık ki, Sayın Başbakan Binali Yıldırım ve Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan "hayır" diyenleri, etnik kimliklerle ve inancını ABD'nin hizmetine sunmuş bir cemaatle eşlendirmekte ki, işte bu daha da tehlikeli bir dildir.

Çünkü bu dil barıştıran değil, ötekileştiren ve ayrıştıran bir dildir.

Oysaki 16 Nisan öncesi gibi sonrası da birlikte yaşanacaktır bu ülkede; "evet" diyenler de "hayır" diyenler de terk etmeyecektir bu ülkeyi.