1965 yılının kışıydı.

Turhal’da bulunan fabrikamızda kullandığımız Bedford marka bir kamyonetimiz vardı. Şoförümüz de Çorumlu idi. Tesadüf bu ya, şoförümüz Çorum’a seferi olduğunu söyleyince, “Ben de seninle geleyim.” dedim.

Akşamüzeri yola çıktık. Yola çıktığımızda yağmur çiseliyordu. O tarihlerde Amasya’dan Carcurum (Eryatağı) üzerinden Mecitözü’ne bağlantı vardı. Amasya’ya yaklaştığımızda yağmur hızını arttırdı. Carcurum’u geçip Mecitözü’ne döndüğümüzde ise yoğun bir kar yağışı ve hafif bir tipi ile karşılaştık. Çorum’a doğru ilerlemeye devam ettik. Önümüzden bir kamyon ilerliyordu. Lakin kar ve tipiden dolayı yol görünmüyordu. Bir ara bizim şoförün dudaklarının arasından “Yola devam ederek büyük yanlış yaptık.” kelimeleri döküldü. O arada şoförümüzün kamyonu sollayacağı tuttu ve geçti.

Geçti ama kar ve tipiden görünmeyen yoldan çıkarak tarlaya girdik. Çıkalım diye uğraştık ama bu sefer de kara iyiden iyiye saplandık ve çıkamadık.

Biz aracı saplandığı yerden kurtarmaya çalışırken uzaklardan bir otobüsün geldiğini gördüm ve yol kenarına çıktım. Otobüs durdu. Yolculardan yardım istedik. Otobüsün içerisinde zannedersem asker gençler vardı. Sağ olsunlar yardımcı oldular ama yine de aracı çıkarmayı başaramadık. Otobüs şoförüne bizi almalarını ve Elvan Çelebi'ye kadar bırakmalarını istedik ama “Tokat’a giden otobüs birazdan gelir, onlar sizi alır.” dedi ve yoluna devam etti.

Şoförümüz ve ben kamyonetin içerisinde otobüsü beklemeye koyulduk ama o otobüs bir türlü gelmedi. Önce ben, sonra şoförümüz uyuyakalmışız. Bir ara gözlerimi araladığımda kar ve tipi halen devam ediyordu. Kamyonetin içerisi ise amiyane tabir ile buzdolabı gibiydi. “Aracın kaloriferi yok muydu?” dediğinizi duyar gibiyim. Ne yazık ki o tarihlerde kullanılan araçlarda kalorifer mevcut değildi. Anlayacağınız biz uyuyarak büyük bir hata yapmış, donma tehlikesi atlatmıştık.

Şoförümüz ile ne yapacağız diye kara kara düşünürken tesadüf eseri bir greyder geldi. Durdurduk ve durumumuzu anlattık. Sağ olsun o da bizi aldı ve Elvan Çelebi'ye kadar geldik. Ancak kar ve tipi devam ediyordu. Biz burada beklerken araç yoğunluğu da arttı. Kar ve tipiden dolayı araçlar ilerleyemiyordu.

Bu kez de greyder şoförünü aramaya koyulduk. Sorup soruşturduk, şoförün kahvede çay içtiğini öğrendik. Öğrendik lakin Elvan Çelebi’de yol tekrar ulaşıma kapandı. Yani bir çay molası, yolu ulaşıma tekrar kapattırıverdi.

Yine böyle bir olay, yanlış hatırlamıyorsam, 1967 yılında ben, rahmetliler Halit Hamoğlu ve Hasan Saraçoğlu ile birlikte Yugoslavya’ya yaptığımız bir iş ziyaretinde başımıza gelmişti. O tarihlerde Türkiye’de araç sayısı çok fazla değildi ama Yugoslavya’da tam aksine fazla idi. Burada yüzlerce araç ancak yirmi dört saat sonra kurtarılabilmiştik.

Gelelim günümüze.

Günlerce, “İstanbul’da Kar Esareti” başlıklı haberler okuduk ve izledik. Sonunda yaşananlar bir tartışmaya dönüştü ve bu kez de “Kim haklı, kim haksız” tartışmaları başladı. Tartışmalar öyle bir hal aldı ki karşılıklı söz düellosuna dönüştü.

Bu tartışmada “kim haklı, kim haksız” tartışmalarına girmeyeceğim. 1960’lı yıllarda meteoroloji, günümüzdeki gibi anlık veri paylaşmıyordu. Belki paylaşıyordu da biz haberdar değildik.

· Veriler ile uyarılar dikkate alınsaydı bir şeylerin önüne geçilebilir miydi?

Tedbirler alındı ama yetersiz mi kaldı? Ve belki onlarca daha birçok soru cevap bekliyordur diye düşünüyorum.

Şu gerçeği de unutmamakta fayda var. Var olduğu günden bu yana insanoğlu doğayı kendi kontrolü altına almaya çalışıyor ve bunun için de sürekli bir savaş veriyor. Bu savaşta insanoğlu her zaman kaybeden taraf görünümünde. Artık şunu idrak etmeliyiz. Doğa bizimle değil, bizim doğayla uyumlu yaşayıp ona göre bir yaşam tarzı belirlememiz gerektiğini düşünenlerdenim.

Tartışmalara gelince, ben farklı düşünenlerdenim. Bugün, içinde yaşadığımız toplumda eleştiri ve eleştiriyi algılama kültürünün ne yazık ki gereğince hazmedilemediğini gözlemliyorum.

Eleştirilerde zaman zaman dozun arttığı, seviyenin düştüğü durumlar olabildiği gibi, yapılan haklı ve uyarıcı eleştirilere tahammül sınırlarının giderek daraldığı ve nezaket dışı bir üslupla karşılık bulduğu haller olduğunu sıkça görüyor, üzülüyorum.

Hâlbuki eleştiriler tahammülsüzlük yerine ortak bir düşünce zemini haline getirilebilirse yaşanan sorunların çözüleceği ve mağduriyetlerin giderileceği kanaatindeyim.

En güzel günler sizlerin olsun.