Tıp Bayramı 14 Mart 1827’de Tıphane-i Amirede ilk Türkçe tıp eğitiminin verildiği günü simgeler. İlk Tıp Bayramı 14 Mart 1919 yılında işgal altındaki İstanbul’da tıp öğrencileri tarafından kutlanmıştır. 1976’dan beri düzenli olarak kutlanmaktadır.

Bir hekimin (doktor) oğlu olan Hipokrat (M.Ö. 460-370), tıp ilminin babası sayılır.

Tıp fakültelerini bitirip meslek hayatına atılacak olan doktorların , "meslek hayatında belirli kurallara uyacaklarına, bundan şaşmayacaklarına , insan hayatını her şeyden üstün tutacaklarına" ilişkin yeminleri  "HİPOKRAT YEMİNİ" diye tanımlanır.

1969’larda Akşehir’de yedek subayken Mevlütlü köyüne ava gittik. Öğleye kadar avlandık. Öğleyin köy odasında muhtarın hazırlattığı yemekleri yerken, bir köylü ezile büzüle gelerek Doktor Ziya beyin kulağına bir şeyler fısıldadı. Doktor, “burada da mı beni buldunuz kardeşim?” diyerek adamı tersledi. Hepimiz şaşkınlık ve öfkeyle doktor’a baktık.  Bir an, vicdan muhasebesi yapan doktor söylene söylene köylünün arkasından gitti. Yarım saat sonra gelen doktor, “arkadaşlar, bir deli Ziya daha doğdu” diyerek, sofraya oturdu.

Hepimiz ayağa kalkarak Doktor Ziya ağabeyimizi alkışladık. (Allah rahmet eylesin)

Doktorluk olağanüstü özveri isteyen çok kutsal bir meslektir. Gece, gündüz demeden insanüstü bir çabayla insanlara faydalı olmaya çalışırlar. Doktorların sayesinde sağlıklı bir şekilde hayatımızı sürdürüyoruz.  Allah onlardan razı olsun.

27 Mayıs 2010’da mezun olduğum Çorum lisesinin konferans salonunda Şiir ve Müzik söyleşisi yaparken, bir öğrenci medeni halimi sordu. “ Benim gibi bir tarih öğretmeniyle evliyim, biri Eczacı, ikisi doktor üç çocuğum var” dedim. Salonda bir alkış tufanı koptu. Demek ki, öğrenciler arasında hâlâ en saygın meslek doktorluk. 

Hastanenin Başhekimi amansız bir hastalığa yakalanmıştı. Yurt dışında tedavisi mümkün olabilirdi, fakat tüm hekim arkadaşları onun yolculuğa dayanamayacağı konusunda hemfikirdi. Çaresiz bir mucize bekliyordu herkes.

Derken, nereden haber aldığı bilinmeyen genç bir hekim geldi ve onu iyi edebileceğini söyledi.

Ameliyat başarıyla sonuçlanmış, Başhekim de narkozun etkisinden kurtulmaya başlamıştı. Ancak bir babanın evladına gösterebileceği muhabbet ve sevgiyle genç doktorun elini avucunun içine alarak konuşmaya başladı;

“Allah razı olsun evladım. Sen bana narkoz verdiğinde, bir zamanlar tıpkı benim de senin gibi genç bir asistan iken yaptığım bir iyilik geldi aklıma.

Bir anne gelmişti hastaneye. Doğum yapmak üzereydi. Ultrasonda çocuğun iki bacağının da sakat olduğunu görünce, onun böyle yaşamasındansa ölmesinin daha iyi olacağını düşünmüştüm. Ama kalp atışlarını duyunca dayanamadım ve iki bacağı sakat olan o çocuğun yaşamasına vesile oldum.

Allah hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmıyor yavrum. İnşallah bana yaptığın bu iyiliğin de karşılığını görürsün.”

Genç doktor yaşlı Başhekimin gözlerine ancak bir evladın bakabileceği muhabbetle bakarak, yine aynı şefkatle elini Başhekimin elinden usulca çeker. Pantolonunun paçalarını sıyırarak dizlerinden aşağısı protez olan iki bacağını göstererek; “Evet efendim. Allah hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmıyor; kurtardığınız o çocuk bendim!..” der.

Bu vesileyle doktorlarımızın ve tüm sağlık çalışanlarının Tıp Bayramını kutluyorum.

14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle yazdığım şu dörtlüğü sevgili doktorlarımıza armağan ediyorum.

İyilik  meleğidir Doktorlar dünyamızda,

Bazen can, bazen derman daima yanımızda,

Yeri gelir severiz, yeri gelir döveriz!

Bir garip hastalarız, her şey var doğamızda…(Mehmet Özata)