Sebep-sonuç ilişkisi evrenin süreklilik yasasıdır. Olgular halden hale geçerek devinirlerken sebepler sonuçları oluşturmakta, o sonuç da bir sonraki evrenin sebebi/sebepleri olarak yaşam ve zaman akıp gitmektedir.

Sonucu sebepten soyutlayarak olguları algılamak, çıkarımlarda bulunmak, kaçınılmaz olarak yanılgılara yol açacaktır. Bu durumda gösteren-gösterilen ilişkisine bakarak, sonuçlar üzerinde patinaj çekip çekmediklerine, çıkarımların hangi hedef kitleye ne amaçla ve niçin sunulduğuna bakmak gerekmektedir.

Soyuttan somuta…

Yaşanan her olgunun tek sebebi olmadığı gibi tek sonucu da olmaz. Sebep de sonuç da parça tesirli bomba gibidir. Zaman ve zemin sebep ve sonuçların getirimlerini etkiler.

Doğadan bir örnek verelim. Yağmur için kullanılan isimlerden biri bereket ve rahmet, diğeri ise felakettir. Ekinler başağa durup biçilmeye yaklaştığı günlerde yağan şiddetli bir yağmur, tarım için ne rahmettir, ne de bereket. Çünkü şiddetli yağmur ekinleri adeta döverek ıslatacak ve yatmalarına sebep olacak, tarımda verimlilik ister istemez düşecektir. Felaket…

Al sana sebep, al sana sonuç…

Son günlerde içeride ve dışarıda yokuş aşağı giden ve iktidar arabasına fren tutturamayanlar “12 Eylül’ü yargılıyoruz” adlı bir bulvar komedisini sahneye koymuştur. İşbirlikçi medyanın hangi televizyon kanalını açsanız aynı oyun bazen değişik oyuncularla evlere servis edilmektedir. Böylece toplumun dikkati bu varyeteye çekilerek “cambaza bak” denilmektedir.

Dış politikada “sıfır sorun” diye yola çıkılmış sınır komşularımızla sorun olmayan kalmamış, Türkiye’nin uluslararası itibarı sıfırlanmıştır. Irak, Suriye, İran, Rusya…

Türkiye Irak ile olan ilişkilerini Bağdat’taki iktidarla değil, sanki böyle bir yer yokmuş gibi Kuzey Irak’ta peşmerge başı Barzani’nin başına getirildiği çakma devlet ile sürdürmektedir. Bu duruş Irak’ın bölünmesini de fakto olarak kabul etmek anlamıma gelmektedir.

Malatya’nın Kürecik Köyü’nde kurdurulan Füze Kalkanı adlı tesis bir ABD üssüdür. Topladığı bilgiyi ABD ve İsrail’e göndererek çalışmaktadır. Bu üsten rahatsızlığını bildiren İran, Rusya yönetimleri tepkilerini dile getirmişler, İran kendini savunmak için gerekirse Türkiye’yi vuracağını ilan etmiş, Rusya ise birlik kaydırması yaparak kendince önlem almaya çalışmıştır.

Suriye’yi bölerek, peşmerge başı Barzani’nin çakma devletini Akdeniz’e kadar uzatma hamlesinde AKP iktidarı, kraldan çok kralcı bir duruşla yangına benzinle gitmektedir. Afganistan ve Irak yenilgilerinden sonra ABD’nin yeni bir işgale gücü kalmamıştır. Ekonomisi batmıştır, yaklaşan seçimler Obama’nın elini iyice zayıflatmaktadır. Öyleyse ateşteki kestaneleri alacak bir maşaya ihtiyaç vardır. Eş-başkan bu işe memur edilmiştir.

Şu soruları duyar gibiyim. 12 Eylül 1980 darbesinin başı Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya ile Barzani’nin vb ne ilgisi var?

Burada bir tümdengelim ve tümevarım parantezi açmamız gerekmektedir. 12 Eylül 1980 darbesi Amerika’nın “Bizim çocuklar” dediği kişilere ihale edilmiş bir karşıdevrim hamlesidir.

Devrimle kurulan bir ulus devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin parçalanması emperyalistler için kolay bir lokma değildir. Darbenin başı özellikle Güneydoğu’da yaşayan Kürt kökenli yurttaşları Cumhuriyet’e karşı bileyen “Kart kurt…” gibi sözler sarf etmiştir. İnsanlar işkence tezgâhlarında geçirilip, zulme uğrarken sadece Cumhuriyet’e karşı değil Türk Ordusuna karşı da kinlendirilmiştir.

Barzani sülalesinin Türkiye’ye karşı söylemleri ise hep Kürdistan’ın kurulması ve en büyük toprakların Türkiye’de olduğu üzerinedir.

Türk milleti 32 kısım tekmili birden 12 Eylül Varyete Tiyatrosu’nun son oyununu seyrederken Kuzey Irak’ın peşmerge başı Barzani ABD’de devlet başkanı gibi karşılanmış ve Washington Institue’de bir de konferans vermiştir!

Erdoğan’ın Erbil ziyaretinde “Kürt halkının varlığının inkâr edildiği günlerin artık sona erdiğini” söylemesinden çok memnun olduklarını söyleyen Barzani, “Eğer sorunun çözümü için (Kürt Sorunu) Türkiye’ye ve ayrıca PKK’ya yardım gerekiyorsa, bunu yapmaya hazırız. Çabalarımıza ve PKK’ya sorunları çözmek için şiddete ya da silaha başvurmaması için baskı uygulamaya ve çağrıda bulunmaya devam edeceğiz. Eğer barışçı yaklaşımı seçerlerse, sorunun çözümüne katkı sağlamak için onlara yardım edeceğiz, ama savaş ya da kavgayı seçerlerse o halde biz başka bir yön izleyeceğiz.”

Aynı konuşmada Barzani’nin “Suriye’deki Kürtlere de her türlü desteği vereceklerini” söylemesini de sinek pislemedik bir yere yazmalıyız.

Emperyalizmin “Büyük Kürdistan” hayalinin 21. yüzyıl uyarlamasında sahneye çıkarılan Barzani, Suriye’yi zayıf halka olarak görmekte ve kamışlı merkezli bir özerk bölge oluşturmanın peşindedir. Ayrıca Haziran ayında bir konferans toplayarak bağımsızlık ilan etmenin peşindedir. Tertip Irak’ın Kuzey’i, Suriye’nin Kuzeydoğu’su ve Türkiye’nin Güneydoğusu’nu birleştiren ve şimdilik Türkiye’ye bağlı bir eyalettir. Bir ileri aşama ise ihtimal yapılacak plebisit ile bağımsızlık ilanıdır.

“Emperyalizmin İntikamı” adlı oyunda takip ışıkları 1980 sonrası CIA İstasyon şefi olarak Ankara’da görev yapan Graham Fuller’a düşmektedir. Radikal gazetesine açıklamalar yapan Fuller “Türkiye’deki Kürtlerin ayrılmayı düşünmediklerini” belirtirken, “Kuzey Irak’taki bağımsız Kürt devleti ise Türkiye’ye katılmayı isteyecektir” demektedir.

Erdoğan bir televizyon kanalında (Kanal D, Teke Tek Programı) “Şu anda Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi var ya, bu Proje içerisinde Diyarbakır bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım” dediğinde tarih 16 Şubat 2004’dür.

Emperyalizmin Türkiye’yi bölerek yok etme hayali yeni tertipler ve yeni oyuncularla sahnelenmektedir.

12 Eylül 1980 darbesiyle ekilen tohumlar büyümüş ABD için hasat zamanı gelmiştir. Bu arada raf kullanma ömrü biten eski darbecilerin mahkeme müsameresine çıkmaları için sorun yoktur. Üş günde Tunus’tan kaçan Bin Ali, Mısır’da kafese kapatılan Hüsnü Mübarek, Libya’da direndiği için linç edilen Kaddafi’den sonra demokrasi meleği ABD Kenan Evren’i mahkemeye de çıkarmış çok mudur?

ABD’nin “Y-Bizim Çocukları”na bir şarkıyı hatırlatmamız gerekir. “Kimseye etmem şikâyet ağlarım ben hâlime / Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime”…

Dün her sözünü kanun niyetine yaptıran “Bizim Çocuklar”,  raf kullanma süreleri bitince depoya giderler…  Türkiye’nin eyaletlere bölünmesini isteyen Kenan Evren değil miydi?

İşin bir başka trajikomik tarafı ise 12 Eylül 1980 darbesinin çocuğu olan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kenan Evren’in mahkemesine müdahil olmasıdır.

Bu olay Turgut Özal’ın çocuklarının 12 Eylül 1980 varyete tiyatrosuna müdahil olmalarından da trajikomiktir.

Bu durumun trajik tarafı ise gerçekten 12 Eylül 1980 darbesi sonucu mağdur olanların sahneye konan illüzyonu göremeyerek mahkeme kapılarında binlerce figüranı oynamalarıdır.

“Bak potacı geliyor kapıyı çalıyor… Nejat ona bakıyor kapıyı açmıyor…”

Eş-başkan İran’a Obama’nın postacısı olarak gittiğinde Ahmedi Nejat’ın kapısını çalmış, ancak açan olmayınca bir gün beklemek zorunda kalmıştır. Çakma “Sıfır Sorun” politikasıyla sıfırlanan itibara yol açılmıştır.

Yetkisiz Başbakanlık Başdanışman’ı İbrahim Kalın, Wall Street Journal gazetesine verdiği demeçte Suriye’de işlerin daha karışması halinde Türkiye’nin harekete geçebileceğini söylemiştir. Habere göre İ. Kalın, Türkiye’nin sınırda ve sınır ötesinde güvenli tampon bölgeler oluşturmak için planlama yaptığını belirtmiştir.  

Suriye’nin Birleşmiş Milletler Daimi temsilcisi Beşar Caferi, “Türkiye’nin, komşu bir ülkenin egemenliği ihlal etme amaçlı bir toplantıya ev sahipliği yaptığını ve bunun savaş ilanı sayılacağını” söylemiştir.

Türkiye’nin ev sahipliğinde, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yapılan “Suriye’nin Dostları” toplantısı nedeniyle İran medyasına açılama yapan Savunma Bakanı General Ahmet Vahidi, bu toplantının “Batı ve Siyonistlerin çıkarları doğrultusunda bölgede dini ve iç savaş çıkarmayı amaçladığını, katılanların politikasının bölge güvenliği ve istikrarına karşı olduğunu”  ileri sürmüştür.

Batı medyasının da benzer haberlere yer vermeye başlaması dikkat çekicidir. New York Times gazetesi “İranlı yetkililerin, Suriye ve NATO (ABD) radarı nedeniyle Türkiye’ye kızgın olduklarını yazmıştır. 

“Sıfır Sorun”un sıfırı ateşten sorun çemberine dönmüştür. Bunca cehalet ise ancak ve ancak tahsil ile mümkündür! Bak ustasına, beğen de al çırağını!.. 

_’lük bölücü eğitim yasasıyla dindar kesime akide şekeri dağıtan iktidar bu kez de 12 Eylül 2010 referandumunda “Yetmez Ama Evet!”  diyen soldaki ve sağdaki seçmene bölünme anayasası için elma şekeri sunmaktadır. GDO’lu şekerler bittiğinde elde kalan çubukların ne denli kazık olduğu anlaşıldığında ise olan olmuş, ölen ölmüş olacaktır.

Verilen, her iki kesime de aynı kuştur aslında. Birine “sarı”ya, diğerine “turuncu”ya boyayarak vitrin yapılmaktadır. Terekteki kuş aynı bölünme teranesini gaklamaktadır. Amaç, bütün atları aynı arabaya koşmaktır. Atların etraflarını (birbirleri dâhil) görmemeleri için de at gözlükleri medyatik bir özenle takılmıştır.

Bireyden sosyal gruplara ve toplumun geneline doğru bakış açımızı genişletirsek eğer, toplum 1960-1980 dönemindeki sosyal muhalefetin bir türevi olarak 1991-1993’de DYP-SHP koalisyonu, 1997-2002’de DSP-ANAP-MHP koalisyonu ile 12 Eylül darbesinin yarattığı kuşatma ve çökertmeyi aşamamıştır. Çünkü sebep-sonuç ilişkisini kurmadan gündelik meselelerin peşinde vakit geçirilmiş, bilerek veya bilmeyerek AKP’nin önü açılmış, emperyalizmin 2023’den önce Türkiye’yi bölme tertibine hizmet edilmiştir. 1994 Yerel Seçimlerinde tırmanma şeridine giren ABD-AB hamlesi görülememiş merkez siyaset sağı ve soluyla tasfiye edilmiştir. Emperyalizm, kendi planlarına taşeronluk yapacak çıtır bir iktidar kurgulamıştır. Bu sürecin sandık müsamereli bir sivil darbe olduğunu algılayarak topluma anlatması gereken yapılar derin uykudan hâlâ uyanamamışlardır.

Türkiye ekonomisiyle, kültürüyle, medyasıyla işgal altındayken, bu tertibe direnecek Türk Silahlı Kuvvetleri esir alınmışken, bireysel çıkarları için suskun kalanlar emperyalizmin arabasına koşulduklarının farkında mıdırlar acaba?

12 Eylül Varyete Tiyatrosu’nda oyunu hâlâ okuyamayıp yer göstericilik yapan CHP ve MHP ise hangi arabaya koşulduklarını umarım artık görürler. Bu zorunlu bir görüştür. Yoksa tarih yazıcıları tarafından nasıl kayıt düşüleceklerini anlayan anlamıştır. 12 Eylül 1980’den 13 Eylül’e geçemeyenler siyasetin ilkokulunda 32 yıldır okumayı çözemeyenlerdir.

Alamete binerek kıyamete giden Türkiye’ye 12 Eylül Varyete Tiyatrosu ile (Pompei’nin son günleri yaşatılmaya çalışılmaktadır.)  veya (“Emperyalizmin İntikamı” sahneye konulmaya çalışılmaktadır.) 

Tarihte hür doğmuş, hür yaşamış Türk milletinin “azim ve kararı”, Kemalist Devrim’i yeniden ihya ve inşa ettiğinde her türlü işbirlikçinin raf kullanma ömrü bitmiş olacaktır.

Nereden geldiyse, eski bir İstanbul fotoğrafı geldi aklıma… Sefer süresi biten belediye otobüslerinin ön camlarına “DEPOYA GİDER” levhaları konulurdu ve o arabalar hiçbir durakta durmadan tam gaz geçip giderlerdi. Bugün de tarihin deposuna gidenler var…