Yıl 1981, cezaevindeyim. Hücrelerin bulunduğu yer derin bir bodrumda uzun bir koridor. Yanılmıyorsam karşılıklı sekizer hücre. Bir sıradaki sekiz tanesinin mazgal demirleri kaldırılmış. Koridor ortadan ikiye bir perde duvarla ayrılmış. Giriş kısmı ortak, çünkü bir tuvalet var.
Mazgal demirleri kaldırılmış hücrelerin içine ve dışına iki katlı ranzalar konulmuş. Ağaçtan yapılmış ama kenarları çok keskin.
Diğer hücreler, koğuşlardan hücre cezası alanlar için kullanılıyor. Hücre cezası alanlara neler yapıldığı ise, gözetim altında kalanlarca az çok bilinir. Çorumlu'ların da çoğu bilir bunu...
Burası askeri gözetim altı olarak kullanılıyor. Tutuklama kararı verilenler yukarı koğuşlara çıkarılıyor, tahliye olanlar gidiyor.
***
Bu benim ikinci girişim, Gece evden alındım, siyasi şubede sorgulandım, gözaltına alınmak üzere cezaevinin askeri bölümüne teslim edildim.
Gözaltı olarak kullanılan hücrelere, kapılardan bir eğilerek, bir dik olarak gidiliyor.
İçeride tanıdıklar var. Kapı açılırken sayım durumuna geçiliyor. Yeni gelen, koğuş sorumlusuna teslim ediliyor. Koğuş sorumlusu Ünal Şen. Teslim töreni bitti. Hoş geldin ve tanışma merasimi de bitti. Ünal Şen, "Kızmazsan bir şey söyleyeceğim" dedi. Kızmam söyle, dedim, "Yahu geldiğine sevindim" dedi,
Cezaevi öyle bir yer ki, tanıdık biri gelince hem moral hem cesaret veren bir duygu oluşuyor. Anlatması zor, hem de çok zor bir duygu... Bunu, ancak cezaevine düşen bilir.
İçeride 20-25 kişi varız, Ama bu sayı sürekli değişiyor, Özellikle akşam yemeğinden sonra gençler, "Haydi Ünal abi" deyip bir köşeye çekiliyorlar. Ünal ne anlatıyorsa gençler gülüşüp duruyorlar. Aşağı-yukarı her gün böyle.
Bir gün merak ettim, sordum Ünal'a, "Yahu siz ne yapıyorsunuz orada, gülüşüp duruyorsunuz?" dedim. "Ne yapayım bana fıkra anlattırıyorlar. Çocuklar hem gülüyor hem de rahatlıyorlar" dedi.
"İyi de hergün hergün bu kadar fıkrayı nereden buluyorsun" dedim, "Bir kısmını da ben uyduruyorum" dedi.
***
Bugün hayatta olmayan Ünal Şen'i tanıyanlar bilir; güzel konuşur, güzel anlatır ve de dinletirdi. Birikimliydi, mücadeleciydi, milletvekili olmaya çok uygundu, ama olamadı.
Ünal tahliye oldu, kapıdaki asker yani komutan, koğuş sorumluluğunu bana verdi. Burada her askere komutanım diye hitap edilir.
Koğuşta çok yaşlı, Trabzonlu biri vardı. 80 yaş civarında. "Kuran Kursu makbuzu" satarken yakalanmış ve gözaltına alınmış. Arayanı-soranı yok. İhtiyacını biz karşılıyoruz.
Gözaltında 10 kişi kaldık. Kimi tutuklandı, kimi salıverildi, kimi de başka illere gitti. Günde üç yoklama yapılıyor. Kapı tıkırdadığında tek sıra oluyoruz; ben başta, "1,2,3...10 sondur komutanım" deniyor.
Gençler bir muziplik düşünmüş. Hocam, "Bu amca hep ortalarda duruyor, bir gün de sonda olsun, 'sondur komutanım' sözünü o söylesin" dediler. Olmaz dediysem de ısrar ettiler ve peki dedim. Her gün farklı bir kişi sonda olacak. Trabzonlu amca itiraz ettiyse de dinlemedik.
Trabzonlu amcayı bir ateş bastı. Çünkü 3'üncü gün sıra onda. Gece yatakta battaniyeyi kafasına çekiyor, "Ondur sondur komutanım, ondur sondur komutanım..." diye sürekli tekrarlıyor. Çünkü söyleyemezse asker gardiyan çok ağır hakaret ediyor.
Sürekli "bu sıralamadan vazgeçsek" diyor ama bir kere karar aldık. Sıranın geleceği günün gecesi hiç uyuyamadı. "Ondur sondur, ondur sondur..." diye dönüp duruyor. Gençlere, "adamın çektiği eziyet yeter, sırayı bozacağım" dedim. İtiraz ettilerse de dinlemedim.
Trabzonlu'ya "bu sıralamayı kaldırdık, en sona yine bir genç gelecek" dedim. Nasıl rahatladı, görmeye değer. Dua üstüne dua. Sanırım o gece ilk kez çok rahat uyudu.
Bir gün, "Çok üşüyorum Sami bey, dayanamıyorum bu soğuğa, bir battaniye daha alamaz mısın?" dedi. Çünkü kışın ortası. İki battaniye veriyorlar ama içeri çok nemli, havasız, buz gibi. Duvarlara el değmiyor. Yine de 80 yaşındaki bu insan, o soğuğa iyi dayanmış!
Kendimdeki bir battaniyeyi, bir de görevli askerden istediğim battaniyeyi verdim. Biraz rahatladı.
**#
Her yoklamada asker gardiyan sayım alırken, sıra Trabzonlu'ya gelince, "cennete gideceksin ha, tuu sana, sen adam mısın lan, şuna bak şuna, bir de cennete gidecekmiş ...." diye sürekli hakaret ediyordu. Bu durum bizleri de çok üzüyordu.
Bir gün, "Sami bey, bunlar bana bu sözleri söylemeseler de sabaha kadar işkence yapsalar, vallahi dayanırım. Dinime niçin böyle hakaret ediyorlar? Dinimi niçin bu kadar aşağılıyorlar? Bu sözler beni çok incitiyor, bu hakaretlere dayanamıyorum" dedi.
İçim burkuldu, duygulandım bir şey diyemedim, yalnız yüzüne bakabildim. Gözleri buğulanmıştı. Ancak, "üzülme bunlar da geçer" diyebildim.
Cezaevi öyle bir yer ki, siyasal ve inançsal farklılıkları öteleyen, insani fonksiyonları daha çok ortaya çıkaran bir halk okulu gibi...
Ve bir gün tahliyesi geldi Trabzonlu'nun. Yolcu ederken yüzümü-gözümü öpüyor, "Sami bey, burada sizinle birlikte yaşadıklarımı, burada gördüklerimi nasıl unutabilirim, bilemiyorum" dedi. Gözleri yaşardı, sarıldı, tekrar yüzümü-gözümü öptü ve öylece gitti.
80 yaşındaki bu adamın yüzündeki o sevinçle karışık, o hüzünlü ve de o acı ifadeyi hiç mi hiç unutamadım...