12 Eylül darbesinin ikinci günü sabah, yaklaşık 300 kişiden 15 kişi kalmıştık. Kalan biz 15 kişi, askeri bir araçla kapalı spor salonuna getirildik. Basket sahasının kuzeyine sol grup, güneyine sağ grup yerleştik. Birer battaniye verdiler. Yere serip, içine kıvrılıp yatıyoruz.
Yanılmıyorsam böyle iki hafta geçti. Üçüncü hafta ranza getirdiler. Tabi bu arada her gün birkaç kişi daha getiriliyor, sayımız artıyor.
Basket sahasının kenarlarına ranzaları kurduk. Yine sol grup kuzey kesime, sağ grup güney kesime. Sağ grup 3 ayrı küme: Selametçi grup, AP'li grup ve Ülkücü grup.
Karavana ile yemek geliyor. İçi tavuk eti ile dolu. Ayrıca dışarıdan ailelerimizden de yemek geliyor. Bir süre sonra dışarıdan yemek gelişi yasaklandı.
Bu arada her gün yeni gelende bir şaşkınlık oluşuyor. Hangi tarafa, hangi grubun yanına gidecek? Ama mutlaka bir tanıdık çıkıyor, çok da zorda kalınmıyor.
Derken bir gün, polislerin kucağında çok hırpalanmış biri getirildi Yere basamıyor. Ağır falakadan geçmiş. Şakir Otlamaz hocam tanıdı. "Yahu bu bizim Ecevit" dedi Gelen kişinin
lâkabı Ecevit. Ecevit taksi şoförlüğü yapıyor. Sanırım rahmetliyi o günün taksicileri hep tanır.
***
Ecevit'i bizim sol gruba aldık. Ranzanın alt katına yatırdık. Üst katın alt kısmına ayaklarını astık. Ayaklar delik deşik. Birçok yeri patlamış. Çok işkence görmüş. Tuvalet ve benzeri ihtiyaçlara içimizdeki gençler kucağında götürüp getiriyorlar.
Dikkatimi çeken bir şey oldu; akşamları gençler Ecevit'in başına toplanıp bir şeyler konuşuluyor ve gençler gülüp duruyorlar.
Gençlere, "Yahu ne oluyor da her gün böyle neşeli neşeli gülüyorsunuz?" diye sordum. "Hocam bu Ecevit bir alem adam. Gördüğü işkenceleri anlatıyor, anlatışı bize komik geliyor,
hoşumuza da gidiyor, tutamıyoruz kendimizi" dediler.
***
Merak ettim; bir gün de ben anlattırdım, başında kalabalık dinliyoruz.
Hocam dedi, "Çorum olaylarında Tabur taranmış. Kırmızı bir renodan ateş edilmiş. Ne kadar kırmızı reno varsa toplanmış ama bulunamamış. Bir gün iki sivil polis beni kırmızı renoyla görmüşler. Araba benim değil, ben şoförüyüm. Tesadüf sahibi de arabada. Aldılar bizi götürdüler. Komutanın huzuruna çıkardılar. Komutan, 'bu araba senin mi?' dedi. Benim değil deyip sahibini gösterdim. 'Kim bu adam nereli?' dedi. Dedim, Düdüklü'lü. 'Ulan kime düdük diyorsun' dedi ve suratıma yumruğu indirdi. Komutanım ben düdük demedim, Düdüklü'lü dediysem de bir yumruk daha indi suratıma. 'Atın bunu içeri' dedi ve bodrumda derin bir yere attılar (12 Eylül'ün ilk günü bizim de kaldığımız yer). Yani ihale benim üzerimde kaldı!
İçeri kalabalıktı. Aradan günler geçti Azala azala iki kişi kaldık. Ama hiç konuşmuyoruz. Bir gün bana, 'kimsin, niçin aldılar seni' diye sormaya başladı Cevap vermedim Bir gün, iki gün, üç gün derken her gün aynı soruyu soruyor. Ben cevap vermiyorum Ve bir gün yine sordu, tepem attı. 'Ulan yeter senin ettiğin, sana ne benim neden içeri alındığım' dedim ve bir yumruk indirdim. Derken birbirimize girdik. O bana ben ona, vur ha vur. Nasıl olsa ayıran da yok.
Kavganın bir anında birimizin ayağı demir kapıya çarptı. Taaaan diye bir ses... Birden kapı açıldı. Asker ve komutanlar içeri doldu. Bizi ayırdılar. Komutanın biri (herhalde en yüksek rütbelisi) diğerlerine 'kim bunlar, ne arıyorlar burada?' dedi. Onlar da doğru bir cevap veremediler. 'Atın bunları dışarı, bırakın gitsinler, zaten dışarıdakiler başımızın belası. Bir de bunlarla uğraşmayalım' dedi. Ve bizi bıraktılar.
Meğer o gün Amasya'dan bir üst komutan gelmiş, Taburu geziyormuş. Bizim bu gürültüye rastlamış.
Ama hocam inan, günlerce otura otura yürümeyi unutmuşum. Vallahi eve zar zor gidebildim."
Hadi bakalım, bu olaya gülmez de ne yaparsın? Zaten ağlanacak halimize gülen bir toplum olmuşuz...
***
"Peki, buraya niçin geldin, niçin getirdiler?" diye sordum. Başladı anlatmaya Ecevit:
"Hocam, hacca gidecek bir otobüsün şoförü olarak tutuldum. Gerekli işlemleri yaptırıyorum, yolum siyasi şubeye düştü. Bir polis beni tanımış ki 'yahu bu adam Çorum olaylarında taburu tarayan kırmızı renonun şoförü' dedi. İşlemler durdu. Attılar nezarethaneye. Üç, dört gün sorguladılar. Niye taburu taradın diye. Hani, ihale benim üzerimde kalmıştı ya!...
Her gece falakaya yatırıyorlar. Yahu hocam ciddi ciddi vuruyorlar. Vur ha vur. Vurmayın diyorum, daha da beter vuruyorlar. Ayaklarım mahvoldu. Sinirim tepemde. Bir gün nasıl olduysa ayaklarım falakadan kurtuldu. 'Ulan yeter sizin ettiğiniz' dedim, polisin birine bir tane indirdim. Onlar bana, ben onlara girdik birbirimize. Hocam kapı pencere kalmadı, hepsini yere indirdik.
Sonunda beni tekrar yatırdılar, yeniden falaka... Ama dayanılacak gibi değil hocam... İşte sonunda buraya getirildim"
Bu acı olaya, bu insanlık dışı olaya gülmez de ne yaparsın...
Ecevit'in anlattığı çok şey var ama buraya ancak ikisini alabildim.
Ve bu Ecevit'in, tahliyeden iki ay sonra öldüğünü duydum. Oysaki sözleşmiştik, dışarı çıkınca uygun bir günde birlikte bir yemek yiyecektik...